İBLİS: Kovulmuş Şeytan (Hikayesi ve Cennetten Kovuluşu)

REVAN
11 min readNov 6, 2022

Başlamadan evvel bu yazının bir de video versiyonunun olduğunu belirtmek istiyorum. Linkini şuraya bırakmış olalım: https://youtu.be/zsQ7nkbn5JE

İblis denince aklınızda nasıl bir varlık canlanmaktadır? Çok büyük olasılıkla çocukluğunuzda işittiğiniz kötücül ve insanlara karşı nefret dolu bir ruhani varlık canlanacaktır. Bunun yanında Şeytan veya şeytanlar, Cin veya cinler, Demon ya da demonlar ve Düşmüş Melek Lucifer gibi başka başka varlıklar da zihninizin bir tarafında birer ruhani varlık olarak canlanacaktır. Ya da en azından dini bazı figürler olarak yer almaktadır. İslam dünyasında dünyaya gelmiş her birey için bunlar bilinmesi ve etki uyandırması bakımından kaçınılmaz sözcüklerdir. Ancak burada bazılarını ayıklamamız gerekecek. Hepsini tek bir kontekstte anlatamayız çünkü hepsi aynı kaynağın eseri değildir. Tek başına Lucifer ve demonlar, kaynak olarak, Hristiyanlığa ait varlık anlatımlarıdır ve biz burada bunlara yer vermeyeceğiz çünkü İslam anlatımında bunların yeri yoktur. Dolayısıyla bunları belki başka sefere Hristiyanlık anlatımlarını kullanarak anlatabiliriz. Pekala o halde öncelikle bu sözcükler arasında bir ayrım gözetelim ve o şekilde başlayalım.

Şeytan

Şeytan kelimesi hemen hemen tüm din ve mitolojilerde bir tipik karakter olarak vardır. En genel anlamda bir kötülük temsilidir. Bir tarafta Tanrı’nın nurundan ve hayırlı etkilerinden kaynaklanan iyilik vardır öbür tarafta ise ya düalist bir anlayışla tanrıdan tamamen bağımsız gerçekleşen veyahut dolaylı olarak yine tanrıdan kaynaklanan bir kotülük anlayışı vardır. Şeytan bu kötülük kavramını doğrudan veya dolaylı olarak ortaya çıkaran ya da ortaya çıkmasına kaynaklık eden varlığın ifadesidir. Kelimenin etimolojik kökenine baktığımızda karşımıza şöyle bir sonuç çıkmaktadır.

Şeytan kelimesi insanlık tarihi boyunca tam olarak ne zaman oluştu bilemiyoruz ama İncil, Kuran ve hatta MÖ 6. yüzyıla tarihlenen Eski Ahitin Eyüp kitabına kadar gitmektedir. Günümüze daha yakın tarihten geriye doğru gidecek olursak Eski İngilizce’de “Satan” ve Latince’de “Satan” olarak karşımıza çıkar. Eski Yunanca’da “Satanas” olarak kullanılmıştır. Arapça’da ise bu kelimenin iyilik karşıtı olan anlamında “شـطن” kelimesinden türediğini düşünebiliriz. İbranice’de ise bu sözcük ilk formlarını Eyüp kitabı ile beraber atmaktadır ve burada gördüğümüz şey, “Ha-Satan” yani Şeytan denen bir varlığın Tanrı’ya adeta akıl vermesi ve bu nedenle Eyüp’ün denenmesine sebep oluşudur. Bu olay Eski Ahit’in Eyüp kitabında şu şekilde yer almaktadır:

Ûs ülkesinde Eyüp adında bir adam yaşardı. Kusursuz, doğru bir adamdı. Tanrı’dan korkar, kötülükten kaçınırdı. Yedi oğlu, üç kızı vardı. Yedi bin koyuna, üç bin deveye, beş yüz çift öküze, beş yüz çift eşeğe ve pek çok köleye sahipti. Doğudaki insanların en zengini oydu. Oğulları sırayla evlerinde şölen verir, birlikte yiyip içmek için üç kızkardeşlerini de çağırırlardı. Bu şölen dönemi bitince Eyüp onları çağırtıp kutsardı. Sabah erkenden kalkar, “Çocuklarım günah işlemiş, içlerinden Tanrı’ya sövmüş olabilirler” diyerek her biri için yakmalık sunu sunardı. Eyüp hep böyle yapardı.

Bir gün ilahi varlıklar RAB’bin huzuruna çıkmak için geldiklerinde, Şeytan da onlarla geldi. RAB Şeytan’a, “Nereden geliyorsun?” dedi. Şeytan, “Dünyada gezip dolaşmaktan” diye yanıtladı. RAB, “Kulum Eyüp’e bakıp da düşündün mü?” dedi, “Çünkü dünyada onun gibisi yoktur. Kusursuz, doğru bir adamdır. Tanrı’dan korkar, kötülükten kaçınır.”

Şeytan, “Eyüp Tanrı’dan boşuna mı korkuyor?” diye yanıtladı. “Onu, ev halkını, sahip olduğu her şeyi sen çitle çevirip korumadın mı? Elleriyle yaptığı her şeyi bereketli kıldın. Sürüleri bütün ülkeye yayıldı. Ama elini uzatır da sahip olduğu her şeyi yok edersen, yüzüne karşı sövecektir.” RAB Şeytan’a, “Peki” dedi, “Sahip olduğu her şeyi senin eline bırakıyorum, yalnız kendisine dokunma.” Böylece Şeytan RAB’bin huzurundan ayrıldı. (Eski Ahit, Eyüp Kitabı 1:1–12)

Şeytan kelimesi bu anlamda sadece İslam ile ilişkili bir kelime değildir. İslam MS 6. yüzyılda ortaya çıkmış bir dindir ancak Şeytan bundan çok önce zaten Arap-İbrani literatüründe var olan bir yaratıktı. Dolayısıyla burada anlamamız gereken şey Şeytan kelimesinin çok daha genelleyici bir varlık tanımı olduğu ve iyilik karşıtı ya da tanrı karşıtı olarak görülen her türlü varlığı karşılayan bir cins isim olduğudur. Biraz daha özele inmek istersek Kuran’da geçen İblis kelimesine bakmamız gerekecek.

İblis

Kuran’da İblis denen bir varlıktan bahsedilmekte ve onun cinlerden olduğu belirtilmektedir (Kehf / 50). İblis denen varlığın sahneye çıkışı Adem’e secde etmeyişi ve bunu da kibrinden dolayı yapmasıyla olur. Kıssaya göre Allah, yeni bir tür yaratmıştır ve bu tür insandır. Allah insanı yeryüzünün halifesi kılmak istemektedir oysa melekler ve cinler bundan pek memnun görünmemektedirler. Kuran anlatımında Melekler topluca Allah’a şunu demektedirler: “Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz” Allah ise Meleklere cevap olarak şunu söylemektedir: “Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim”

Daha sonra Allah, Meleklerden ve cinlerden yarattığı bu yeni türe secde etmelerini buyurur. Melekler bu emre uyarlar ancak bir tane varlık burada şüpheye düşer ve bir şekilde bu emre itaat etmez. Melekler nurdan yani ışıktan yaratılmışlardır bu nedenle Allah’a itaatsizlik etmek fıtratlarında yoktu. Ancak İblis bir cindi ve ateşten yaratılmıştı bu nedenle çamur ve balçıktan yaratılmış olan bir türe itaat etmeyi kendisine yakıştırmamıştır. Kendisini ondan daha üstün görmüştür. Bu nedenle de Allah emretmiş olmasına rağmen kibrine yenik düşmüş ve Allah’ın huzurundan kovulmuştu. Bu olaylar Kuran’da şu şekilde aktarılmaktadır.

Rabbin meleklere şöyle demişti: “Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın.” Bütün melekler secde etmişlerdi, fakat İblis; o, büyüklük taslamış ve inkarcılardan olmuştu. Allah: “Ey İblis, ellerimle (kudretimle) yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Böbürlendin mi? Yoksa gururlananlardan mısın?” dedi. İblis: “Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın” dedi. Allah: “Defol oradan, sen artık kovulmuş birisin. Din (kıyamet/ceza) gününe kadar lanetim senin üzerinedir” dedi. (Sad Suresi 71–78)

Bundan sonra İblis’in hikayesi başlamaktadır. Kendisini insandan üste görmesi sebebiyle bir insan düşmanı haline gelecektir. İslam tarihi boyunca bu figür çok çeşitli şekillerde anlam kazanacaktır. Kişinin kendisini Tanrı karşısında yüceltmesinin vahim sonucunun bir temsili olacaktır. Tanrı her şeye egemendir ve yarattıkları karşısında mutlak bir güce sahiptir bu nedenle yaratılmış olanlar onun karşısında acziyetlerini kabul etmeli ve aşırılığa kaçmamalıdırlar. Nitekim Allah, İblis’e “Böbürlendin mi? Yoksa gururlananlardan mısın?” dediğinde İblis’in içine düştüğü vahim durumu soruyordu. Bunun cezası çok açıktır. Allah’a karşı gelmek bir kovulma ve bir dışlanma sebebidir. Ancak burada dikkatleri üzerine çeken olay Tanrı’nın niçin İblis’i etkisiz hale getirmeyişidir. Bunun tersine İblis Allah’tan savını kanıtlaması için bir müddet talep eder ve eğer bu süreyi kendisine tanırsa insanların onun o yüce sevgisini niçin haketmediklerini kanıtlayacaktır.

İblis, “Ey Rabbim! Öyle ise bana insanların diriltilecekleri güne kadar mühlet ver” dedi. Allah, şöyle dedi: “Sen o bilinen vakte (kıyamet gününe) kadar mühlet verilenlerdensin.” İblis, “Senin şerefine andolsun ki, içlerinden ihlâslı kulların hariç, elbette onların hepsini azdıracağım” dedi. (Sad Suresi 79–83)

Bu kozmik bir anlaşmadır ve insan hayatındaki kötülük ve aldatılma olaylarının ilahi bir sebebidir. Buna göre Allah, yarattığı kulları içerisinde kendisine bağlı kalacak olan salih kullarının asla oyuna ve aldatılmaya gelmeyeceğini öngörmektedir. Bunun karşısında İblis bu salih kulları her ne kadar kayıramayacak olsa da öfkesini ve hıncını diğerlerinden çıkaracaktır. İblis bu azgınlığın sebebinin Allah’tan geldiğini düşünmektedir. Kendisinin bu şekilde bir teste ya da imtihana sokulması nedeniyle bu hale gelmiştir ve Aldığı cezayı hak etmediğini düşünmektedir. Bu nedenle şöyle der: “Beni azdırdığın için, and olsun ki, Senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, ardlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu Sana şükreder bulamayacaksın” (Araf 16–17)

Bundan sonra İblis ilk kandırmasını yapmak için Adem ve Havva’ya yaklaşır. Ancak Allah önceden Adem ve Havva’yı İblis’ten korunmaları için uyarmıştır: “Ey Âdem! Şüphesiz bu İblîs, senin ve eşin için çok tehlikeli bir düşmandır. Dikkat edin de, sizi cennetten çıkarmasın! Yoksa ihtiyaçlar içinde koşturur durur, sıkıntı çeker, perişan olursun.” (Ta Ha/117) Adem ise ilk insandır ve belli ki ilk insan olması sebebiyle insana özgü zamanla edinilen tecrübeden yoksundur. Kendisini koruması gerektiği yönündeki uyarıyı işitmiştir ancak bir çocuğun sobaya dokunmaması gerektiğini öğrenmesi için o sobaya bir kez dokunduktan sonra canının yanmasına ihtiyaç duyması gibi Adem de yaptığı hatayı anlamak için ilk hatayı işlemeye ihtiyaç duyar belki de. Kuran anlatımı şöyle devam eder: Derken şeytan ona vesvese verip: “Ey Âdem! Ne dersin, sana ölümsüzlük ağacını ve asla yok olmayacak bir saltanatın yolunu göstereyim mi?” dedi. (Ta Ha/120)

Burada göze çarpan ilk detay İblis kelimesi yerine Şeytan kelimesinin kullanılmasıdır. Anladığımız üzere Şeytan kelimesi daha genelleyici bir kelimedir ve zaman zaman İblis kelimesi yerine de kullanılmaktadır. Ancak şöyle söylenebilir ki İblis tümden Şeytandır ancak Şeytan tümden İblis değildir. İblis, Tanrı’ya isyan eden, Adem’i kandıran varlık olarak karşımıza çıkarken Şeytan daha birçok yerde ve birçok farklı kaynakta karşımıza çıkmaktadır. Ancak İslam özelinde konuşmak gerekirse Şeytan veya İblis derken aynı varlığın kastedildiği söylenebilir ancak şeytanlar şeklinde çoğul bir kullanım olduğunda burada İblis’e tabi olan diğer kötücül varlıkların ya da cinlerin kastedildiği düşünülebilir ve düşünülmelidir.

Hikayenin devamında İblis Adem’i kandırmaya çalışmaya devam eder. İlk kandırmasında Adem’e sonsuzluk vaad eder. Şayet yasak meyveyi alıp yerse Tanrı’nın onlardan sakındığı ölümsüzlük ve sonsuz bilgiye sahip olacaklardır. Yani Tanrı gibi olacaklardır. Bu bir insanın aklını çelmeye yeter de artar zira tüm insanlar içlerinde bir yerde günün birinde tanrısal hale gelmeyi arzularlar. Buna Freud “Büyük Olma Arzusu” demektedir. Adem bu büyüklüğe erişmek istemiştir ve en nihayetinde o meyveye dokunmuşlardır.

Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yedi, ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular. Adem, Rabbine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı. (Tâ-Hâ Sûresi 121. Ayet)

İblis böylece ilk planını başarıyla gerçekleştirmiştir ve ilk insanların, Tanrı’nın gözünden düşerek cezalandırılmalarını sağlamıştır. Bundan sonrası gönderildikleri yeryüzünde devam edecektir. Kehanete göre zamanın sonuna kadar İblis bu kayırma ve kandırma işlerine devam edecek ve Tanrı’nın kendisi karşısında iddia ettiği savını kanıtlamaya çalışacaktır. Tanrı, kendisi yerine onları tercih ettiği için incinen gururunu öfke ile tamir edecektir.

İblis Sadakatinden Ötürü mü Secde Etmedi?

Buraya kadar anlatılanlar Kuran’daki ayetler ışığında anladığımız şeylerdi ancak burada dönen hikayenin yorumları bunlarla sınırlı değildir. Daha sonra Sufiler buna çok daha başka bir bakış açısı ile bakacaklardır ve kendisi de bir sufi şeyhi olan Şeyh Adi, Ezidilik inancını kurarken en temelde bu hikayenin sufi bakış açısına göre bu dini kuracaktı. O zaman öncelikle bir soru soralım ve bu farklı bakış açılarını anlatmaya o şekilde başlayalım. Tanrı kendisi istemiş olsa da Tanrı’nın kendisinden başka herhangi bir varlığa secde etmek şirk midir? Geleneksel bir İslam anlayışından gelen insanlar bu soruya şirk değildir cevabını verebilirler ancak burada bir problem olduğunu da sezebilirler. İşte buradaki bu Adem-İblis hikayesine farklı bir bakış açısından bahsedebiriz artık. Bu farklı bakış açısına sahip kimseler şöyle düşünüyorlar.

İblis aslında isyankarlığından veya kibrinden dolayı değil tam tersine bağlılık ve sadakatinden ötürü Adem’e secde etmemiş olabilir çünkü o Allah’tan başkasına secde etmeyi şirk olarak görmüş olabilir. İşte bu problemi ilk defa fark etmiş olan bir sufinin görüşlerine yer verceğiz buradan sonra. Bu sufi Hallacı Mansur’dan başkası değildir. Kendisi bu ve buna benzer fikirlerinden dolayı zamanının genel kanısını taşıyanlar tarafından öldürülmüş olsa da onun ölümünden yaklaşık 1100 yıl sonra onun fikirlerini burada paylaşabiliyor ve tartışabiliyoruz. “Tavasin” adlı eserinde İblis ile ilgili görüşlerini edebi bir üslupla şu şekilde anlatmaktadır:

Cennetin halkı içinde, tekliğe en çok inanan ve en çok tapınan, İblis’ti. Tanrı ona buyurdu: “Secde et!” O da şöyle dedi: “Senden başkasına secde etmem.” Tanrı dedi ki: “Lanetim senin üzerine yağsa bile mi?” O da şöyle dedi: “Benim için, bir ceza değil bu.” Karşı çıkmamla, senin katıksızlığını onaylıyorum, aklım seni anlamıyor. Adem’in sana benzerliği nedir ve ben ki İblis’im, senden farkım nedir?

Görkem Denizine düştü, kör oldu ve dedi ki: “Senden başkasına ulaşan yolum yok benim. Ben, alçak gönüllü bir aşığım.” Tanrı şöyle dedi: “Kendini gurura kaptırdın.” O da, şunları söyledi: “Aramızda bir anlık bir bakış olsaydı, bu, beni gururla ve buyurgan yapmaya yeterdi; ama seni sonsuz zamandan önce tanıyan, benim; ‘Ben ondan daha iyiyim’, çünkü sana daha uzun bir zaman boyunca hizmet ettim.

Varlıkların iki türü içinde de, seni benden daha iyi tanıyan yoktur. Senin niyetin bende vardı, benim niyetim sende, bunların ikisi de Adem’den önce vardılar. Senden başkasının önünde secde etsem de, etmesem de, aslıma dönmem kaçınılmazdır, çünkü sen beni ateşten yarattın ve ateş, ateşe döner; böyledir senin kurduğun denge, verdiğin karar.

Kitabın buraya kadar anlattığı hikaye, en temelde İblis’in Tanrı’ya itaat etmeyiş sebebinin ona karşı duyduğu bağlılıktır ya da sufilere özgü bir kavram kullanacak olursak aşktır. İblis yalnızca Allah’a aşıktır ve bu nedenle var olduğu günden beri yalnızca ona hizmet etmiştir. Bu sebeple var oldukça sadece ona hizmet ve itaat edecektir. Burada bir paradoks ortaya çıkmaktadır. İblis’in emir ve buyruklarına itaat ettiği Tanrı, ondan başkasına secde etmesini buyurursa ne olacaktı? Görünüşe göre bütün emir komuta zincirlerinde alışkın olduğumuz şey emir sahibi ne buyurursa buyursun buna koşulşuz şartsız itaat etmek gereklidir. Bütün insanlık tarihinde alışkın olduğumuz hiyerarşik düzen buna bağlıdır. Roma’da mesela imparator, emri altındaki herkese her şeyi yaptırabilir ve emir erinin burada düşünmeye ve dolayısıyla karar vermeye yetkisi yoktur.

Ancak burada İblis, sufi bir bakış açısıyla Tanrı’ya bu emir komuta zincirinin ötesinde bir bağlılığa sahiptir. O, yalnızca Tanrı’ya secde edebileceğini söylemekte ve bunu Tanrı istemiş olsa bile ondan başkasına secde etmeyeceğini açık bir şekilde belirtmektedir. Ancak bunu yaparken Tanrı’nın son buyruğunu yerine getirmediği için bir şekilde yalnızca ona itaat edeceğini söylediği Tanrı’ya itaatsizlik etmiş olmaz mı? Gördüğünüz üzere burada bir paradoksun içerisine sürüklenebiliyoruz. Buradan itibaren İblis, ister itaat etsin ister itaat etmesin her iki şekilde de ne itaat edebilir ve ne de itaatsizlik edebilir çünkü ikisinden birini yaptığında her şekilde itaatsizlik edecektir. Bu nedenle de kendi inisiyatifini kullanarak itaat etmemeyi seçmiş gibi görünmektedir. Hallacı Mansur ise kitabında şu şekilde devam eder:

Tûr’un yamacında Musa, İblis’le karşılaştı ve ona sordu: “Ey İblis, secde etmekten seni alakoyan neydi? O da, şöyle dedi: “Beni secde etmekten alakoyan, Tek Sevgili’ye bağlılığımı bildirişimdi; eğer secde etseydim senin gibi olurdum; çünkü senden, ‘dağa bak’ diye yalnızca bir kez istekte bulunuldu, sen de baktın. Bana gelince, benden Adem’e secde etmem bin kez istendi, ama secde etmedim; çünkü bildirdiğim niyete bağlı kaldım.”

Musa dedi ki: “Buyruğa karşı geldin” İblis şöyle yanıtladı: “Bir sınavdı o, buyruk değil.” Musa dedi ki: “Ama suretini değiştirdiğinde günah işlemiş olmadın mı?” İblis yanıtladı: “Ey Musa, bu, görünüşlerin yanıltmacasından başka bir şey değil; ruhsal durum buna bağlı değildir, buna göre değişmez. Tanrısallık bilgisi, başlangıçtaki gibi, doğru kalır; bireyler değişse bile, o değişmez.” “Beni sonsuza dek ateşiyle cezalandırsa da başkasının önünde secde etmem ve başka bir kişinin ya da bedenin önünde kendimi alçaltmam, çünkü O’nun karşısında bir varlık tanımıyorum! Benim savım, İçten Olan’ın savıdır ve ben, aşk konusunda içten olanlardan biriyim.”

Bu sufi bakış açısı yalnızca Hallacı Mansur ile sınırlı kalmamıştır. Kendisi her ne kadar öldürülmüş olsa da bu fikirler çağlardan çağlara aktarılmış ve bu fikirlerden bir din bile doğmuştur. Ezidilik inancı tamamen İblis’in aslında kötü niyetli asi bir varlık olmasından ziyade sadık, cefakar, bağlılık ve sorumluluk sahibi bir varlık olması üzerine oturtulmuştur. Ezidi inancına göre İblis denen varlık aslında bir melektir ve onun adı Azazil’dir. Tanrı, Azazil’den Adem’e secde etmesini istediğinde Azazil, Tanrı’ya kendilerinden daha önce istemiş olduğu emri hatırlatır. Buna göre Tanrı çok öncesinden kendisinden başka hiçbir varlığa secde etmemelerini buyurmuştur. Bu nedenle Azazil bu ilk emri hatırlatır ve Adem’e secde etmeyi reddeder. Tanrı bu zekasından dolayı Azazil’i kutlar ve onu bütün meleklerin Tavus’u yapar. Bu nedenle Ezidilik inancı aslında bir Melek Tavus inancıdır.

Elbette Ortadoğu’da bu türden bir inanca sahip olmak kolay etkiler yaratmamıştır ve bu nedenle Ezidiler defalarca kez kıyıma maruz kalmıştır. Köyleri istila edilmiş, evleri yıkılıp yakılmış, kadınları köle olarak satılmış ve bunun gibi onlarca kez soykırım tecrübeleri yaşamışlardır. Ancak buna rağmen Ezidiler inançlarından asla vazgeçmemiş ve bunu belli bir sözlü aktarım düzleminde yaşamaya ve korumaya devam etmişlerdir. Burada Ezidilik inancını derinlemesine anlatmama gerek yok sanıyorum çünkü bu kouyla ilgili zaten bir videom var. Dileyenler o videoya gidip bu konuda ayrıntılı bilgi sahibi olabilirler.

Sonuç

Sonuç olarak ne söyleyebiliriz? İblis Hikayesi bir korku motivasyonu mudur? Herkesin dinlemeye bile korktuğu bir hikaye, itaatsizliğin korkunç sonuçlarını gösteren bir hikaye. Yeterince korkarsanız eylemsizleşirsiniz ve en önemlisi düşünmeyi bırakırsınız ve yalnızca itaat edersiniz.

KAYNAKÇA:

--

--