Parmenides’in Doğa Üzerine Şiiri ve Varlık Felsefesi

REVAN
7 min readOct 20, 2022

Başlamadan evvel bu yazının bir de video versiyonunun olduğunu belirtmek istiyorum. Linkini şuraya bırakmış olalım: https://youtu.be/QbgjFRONIm8

Daha önce Ksenophanes’i anlatırken Parmenides’ten de bahsetmiş ve onun Ksenophanes’in öğrencisi ve halefi olduğunu anlatmıştık. Sonrasında ise Herakleitos’u anlatmıştık ve varlık-oluş tartışmasında çağdaşı olan Parmenides ile zıt tarafta durduğunu söylemiştik. Herakleitos varlık yoktur, oluş vardır derken Parmenides oluş yoktur varlık vardır demektedir ve “Doğa Üzerine” adlı eserinin üçüncü bölümü olan Doxa bölümünde Herakleitos’u kastederek karşıtların birliğine inananların yanlışlıklarından bahsetmektedir. Russell’a göre Yunanlılar ne kuramlarında ve ne de pratiklerde ölçülülüğün müptelası değillerdi. Herakleitos her şey değişir diyordu. Bunun aksine Parmenides oldukça sert bir çıkış yaparak değişen hiçbir şey yoktur demiştir.

Parmenides, o dönemde Yunanlıların, Yunanistan anakarası dışında kurdukları koloni bölgelerinden biri olan ve adına Magna Grecia denen İtalya’nın güneyindeki Elea kolonisinde doğmuştur. Doğduğu ve yaşadığı tarihler için yine diğer birçok Socrates öncesi filozofda olduğu gibi kesin bir bilgi yoktur. Bu nedenle farklı rivayetleri aktarıp gereksiz bilgi vermekten kaçınıp vaktimizi alışık olduğumuz üzere onun felsefesi ve etkilerini konuşmak için kullanacağız.

Parmenides, Pisagor ve Pisagorculardan etkilenmiştir çünkü Pisagor da Magna Grecia’nın Kroton şehrinde yaşamaktaydı. Pisagor aracılığıyla Güney İtalya şehirleri İyonya’nın hiçbir zaman olamayacağı bir matematik kültürü içerisindeydiler ancak Pisagor ve Pisagorcular o dönemde matematiğe aritmetik ya da geometrik değerden ziyade mistik bir değer ve anlam yüklemekteydiler. Parmenides bu anlamda deney ile elde edilen bilginin değersiz olduğunu ya da biraz sonra göreceğimiz üzere sanılarla dolu bir deneyim olduğunu düşünüp çıkmıştır. Başka bir bakıma gerçeğin ya da varlığın ancak akılla anlaşılabileceğini ortaya koymuştur.

Parmenides başka bir bakımdan da Anaksimandros’un öğrencisiydi. Nitekim Theophrastos’a göre Parmenides, 20 yaşındayken 58. olimpiyatın ikinci yılında Anaksimandros’u dinlemiştir. Zıtların felsefesi üzerine ilk fikirleri ortaya atan Anaksimandros’tan sonra Parmenides zıtların varlığını kabul edecek ve hatta savunacak ancak Herakleitos gibi zıtların bir olduğunu düşünmeyecektir. Ona göre zıtlar ayrı ve birleştirilemez unsurlardır. Var olan ve var olmayanın hiçbir zaman birleşemeyeceği gibi. Çünkü var olan şey vardır oysa yok olan şeyin ne bilgisi ne de düşüncesi vardır. Demek ki var olan şeyleri kavrama düşünceyle mümkündür yani düşünmek ile var olmak da bir bakıma aynı şeylerdir. Bu türden bir düşünceyi çok daha sonraları Descartes “Düşünüyorum öyleyse varım” diyerek tekrar edecektir.

Parmenides’in başka bir hocası ise İyonya’nın bir şehri olan Kolophon‘da doğduğu halde ömrünün sonlarına doğru Elea’ya yerleşmiş olan Ksenophanes’tir. Büyük filozof Aristoteles’e göre Elea okulunu Ksenophanes kurmuştur ve Parmenides onun öğrencisidir. Ancak burada normal bir öğretmen-öğrenci ilişkisi göze çarpmamaktadır çünkü Ksenophanes ile Parmenides tamamen başka ilgi alanlarına ve düşünce yapılarına sahip kişilerdi. Ksenophanes her şeyden önce bir hiciv şairiydi başka bir açıdan bakacak olursak o bir rhapsod idi.

25 yaşında başladığı yolculuktan sonra 67 yıl boyunca tüm yunan diyarında dolaşmış ve ömrünün sonlarına doğru Elea’ya yerleşmiş yaşlı bir şairdi. Ancak bu iki düşünür bir noktada birleşirler. Daha önce Ksenophanes’i anlatırken onun Tanrı anlayışından bahsetmiştik ve Tanrısına Bir ve bölünemez bütünlük dediğini anlatmıştık. Dahası Ksenophanes’in Tanrısı küre biçimindeydi ve merkezden her şeye eşit uzaklıktaydı. O mutlak güç sahibiydi çünkü Tanrı tanım itibariyle her şeye hükmeder ama hiçbir şey ona hükmedemezdi. İşte tam burada Ksenophanes’in Tanrı için söylediği o özellikleri Parmenides varlığın kendisine yüklemekte ve bunu belli ki Ksenophanes’in panteistik özellikteki tek ve kapsayıcı Tanrısı ile benzerlik kurarak yapmaktaydı.

Dolayısıyla Parmenides bu bahsettiğimiz üç isimden yani Pisagor, Anaksimandros ve Ksenophanes’ten etkilenmiş olmalıdır. Peki Parmenides’in kendisi kimler üzerinde etkili olacaktır? Bu sorunun cevabı tüm felsefe tarihini değiştirecektir çünkü tek başına Platon, Parmenides’in aletheia ve doxa düalizminden esinlenerek o ünlü kitabında yani Devlet’te bu ikililiğin daha da genişletilmiş bir alegorisini tasarlayacaktır ve bu durum gerçek anlamda felsefe tarihini ikiye bölecektir. Öyleki sonradan gelen düşünürler ya Platoncu olarak anılacaklardır ya da onlara Aristocu denecektir. Öyleyse şimdi Platon üzerinde böyle bir etki yaratmış olan ve Parmenides’in varlığa dair düşüncelerini içeren o meşhur esere yani Parmenides’in “Doğa Üzerine” şiirine bakalım.

Περί Φύσεως (Doğa Hakkında)

Parmenides’in bu şiirini bir önsöz ve iki bölüme ayırabiliriz. Önsöz kısmında gördüğümüz şey Parmenides’in varlık ile hiçlik ikilisi üzerine bina edilmiş düşünceleridir. Şiir şu şekilde başlamaktadır. Helios yani Güneş Tanrısının bakire kızları gelip Parmenides’i alırlar ve onu doğruca Dike’ye yani Adalet Tanrıçasına götürürler.

Atlar beni taşıyordu, eşlik ediyorlardı bana gönlümce/ bilen kişiyi her yere sağ salim taşıyan/ daimon’un efsanevi yolu boyunca; burada taşınıyordum/ Burada taşıyordu marifetli atlar beni/ arabayı çekerek, bakireler ise öncülük ediyorlardı yola/ Yuvasında dingil yanık bir kaval sesi çıkarıyordu/ zira yusyuvarlak tekerlekler tarafından sürülüyordu her iki yandan/ coşkuluydu eşlik etmede Helios’un bakireleri/ başlarındaki örtüleri elleriyle sıyırırken. ( Pinhan yay, çeviri: Y. Gurur Sev)

Şiirin buraya kadarki kısmında Parmenides bir bakıma manevi, mistik bir yolculuk yaptığını söylemektedir. Tıpkı Homeros’un İlyada’ya başlamadan önce ya da Hesiodos’un Theogonia’ya başlamadan önce yaptığı şeyi yapmaktadır. Her zamanki gibi anlatıcı Tanrıların yanına götürülür ve orada tanrılardan hikayeler dinler. Böylece anlatıcı bilginin kaynağı ben değilim benden üstte oturan tanrılardır diyerek sözlerine sahici bir taraf kazandırmaya çabalar. Bu yolculuk bir bakıma Parmenides’in vardıktan sonra işiteceği şeylerin de izlerini taşır çünkü bu yolculuk karanlığı geride bırakan ve aydınlığa doğru giden bir yolculuktur.

geride bırakıp karanlığın diyarını ışığa doğru yol alırken/ Oradadır hem gecenin hem de günün yollarının iki kanatlı kapıları/ onları pervasız tutar ve taştan eşik/ göksel geçitler tutulur dev kapılarca/ elinde tutar ceza yağdıran Dike yüce kapıların anahtarlarını

Yolculuk bittikten sonra anlatıcı Dike’nin yanına getirilir ve buyur edilir.

Ve Tanrıça beni nazikçe buyur etti, aldı eline sağ elimi/ söyledi bana doğruca şu sözleri/ Ey delikanlı! Ölümsüz sürücüler eşliğinde/ atlarca taşınarak gelen evimize hoş geldin/ kötü kader değil neden olan çıkmana bu yola/ zira bu yol dışındadır insanların gezindiklerinin/ ama hem hak hem de adalet. Zorunlu ama hepsini öğrenmen/ bir yandan Hakikatin iyice yuvarlanmış sarsılmaz yüreğini/ bir yandansa fanilerin içinde hakiki inanç olmayan sanılarını/ Ancak bunları da öğren yani fanilerin aldanışlarını/ ve bunların kabul edilebilir olmaları gerektiğini/ tüm evreni kuşatan seferin boyunca.

Buraya kadar anladığımız şey şudur ki Parmenides bir anlatıcı rolünde yaptığı yolculukta Adalet Tanrıçası olan Dike’nin yanına götürülür ve burada Dike anlatıcıya aletheia’yı yani hakikatin bilgisini sunmaktadır. Parmenides’in varlık üzerine ortaya attığı üç önerme burada yer alacaktır.

Öyleyse gel bizzat söyleyeceğim can kulağıyla dinle sözümü/ yalnızca hangi irdeleme yollarının akla uygun olduğunu/ Vardır hem de bir anlamda yoktur varolmaması/ ikna yoludur bu, zira hakikati takip eder

Parmenides burada ilk önermeyi söylemektedir yani varlık vardır ve yokluk yoktur. Şiirin devamında bu yolun tek gerçek yol olduğunu ve diğer yolların yanlış olduğu vurgulanır. İkinci önerme ise şudur: Varlık yoktur ve onun varolmaması zorunludur. Parmenides bu önermeye de şu şekilde karşı çıkar: Hiçbir zaman var olmayan bir şey üzerine fikir yürütülemez çünkü ona dair bir eser yoktur ve uygulanabilir değildir. Üzerine düşünemediğimiz şey aslında yoktur çünkü düşünmek ile var olmak aynı şeydir. Daha sonrasında ise muhtemelen Herakleitos’u kastederek üçüncü önermeden bahsedilir: Varlık hem vardır hem yoktur. Parmenides burada bu yolu takip edenler için ikibaşlılar tabirini kullanmakta ve onları είδότες ουδέν (eídótes oudén) yani her konuda cahil kimseler olarak anar.

Parmenides biri güne yani gerçeğe diğeri geceye yani sanılara açılan dev kapıların önünde durur ve nereden geçeceğini bilemediğinden Tanrıça Dike ona her iki yolu da öğrenmesi gerektiğini söyler. Dolayısıyla öğrenir ki bir madalyonun iki tarafı gibi gerçekliğin de iki tarafı vardır sonrasında bu öğrendiklerini bizimle paylaşmaktadır. Varlık gerçekten de vardır çünkü bu akla uygun tek seçenektir dahası bu hakikattir. Varlık, bir ve bütündür onu hiçbir şey bölemez çünkü onu bölebilmesi için başka bir varlık olması gerekirdi oysa var olan herhangi bir şey zaten varlığın içerisindedir. Varlığın bir başlangıcı yoktur çünkü başlangıcının olabilmesi için bir yerde yokluktan doğmuş olması gerekir oysa yokluk yoktur ve kendinde hiçbir varlık meydana getiremez. Varlığın bir sonu da yoktur çünkü sonlanması için bir zaman dilimi içerisinde yokluğa karışması gerekir ancak var olan bir şey olmayan bir şeye dönüşemez. Varlık her zaman var olduğu şekli korur ve başka bir şeye dönüşemez. O durumunu her zaman korur ve bu nedenle küredir.

Bu hakikatin yüzüdür ama bunun dışında bir de sanıların yani hiçliğin yüzü vardır. Yokluk var olamaz çünkü yokluk bir hiçliktir ve hiç olan bir şey üzerine düşünemeyiz. Bu kendinde bir problem yaratır. Gördüğümüz üzere burada bir mantıksal çıkarım yapılıyor. Felsefe tarihinde ilk defa öncülleri olan önermeler dizisi örneklendiriliyor ve bazı öncüller çürütülmeye çalışılıyor. İşte bu nedenle Parmenides çoğu kişiye göre mantığın kurucusudur. Ancak Russell’a göre o mantığın değil metafizik bazlı bir mantığın kurucusuydu.

Elealı Zenon, Parmenides’in öğrencisiydi ve Aristoteles’e göre diyalektiğin de kurucusuydu. Kurduğu bir dizi paradoks ile hocası Parmenides’in düşüncelerini desteklemeye çalışıyordu. Buna göre aslında hareket diye bir şey yoktur sonucu ortaya çıkıyordu. Hareket bir bakıma oluştur çünkü oluş durmaksızın devinen olaydır. Şimdi bu meşhur paradokslardan biri olan Aşil Paradoksuna bir göz atalım. Buna göre Aşil ile bir kaplumbağa bir yarışa girmektedirler. Aşil daha hızlı olduğundan kaplumbağanın kendisinden biraz daha önde yarışa başlamasına izin verir. Aşil’in yarışı kazanması için öncelikle kaplumbağayı geçmesi gerekir. Böylece aradaki mesafenin önce yarısını geçmelidir daha sonra yarısının yarısını geçmelidir. Durum bu şekilde ilerlediğinde Aşil kaplumbağayı hiçbir zaman geçemeyecekir çünkü ne kadar yaklaşırsa yaklaşsın her zaman aradaki mesafenin yarısı kalmış olacaktır.

Başka bir paradoks ise “Ok Paradoksu” şeklinde bilinmektedir. Diyelim ki yaydan çıkmış olan ve belli bir duvara doğru yaklaşmakta olan bir ok olsun. Bu okun duvara değebilmesi için öncelikle ilk konumu ile duvar arasındaki mesafenin yarısını katetmesi gerekir. Daha sonra kalan mesafenin yarısını katetmesi gerekir. Ancak durum bu şekilde ilerlediğinde bu ok o belirli duvara hiçbir zaman değemeyecektir çünkü arada her zaman kalan uzaklığın yarısı kalmaya devam edecektir. Zenon bu ve buna benzer paradoksları ortaya atarak aslında hareket diye bir şeyin olmadığını ve bunun bir yanılsama olduğunu söylemiştir.

Felsefe Tarihi serimizden bu seferlik bu kadar başka bir bölümde inceleyeceğimiz filozof, Parmenides gibi düşüncelerini şiir şeklinde ifade eden Empedokles olacak. O zamana kadar kendinize iyi davranın, yolda kalın, selamlar ve sevgiler.

KAYNAKÇA:

  • Doğa Hakkında, Parmenides, pinhan yay, çev: Y. Gurur SEV, 2. Basım, Nisan 2017
  • Platon Öncesi Filozoflar, Friedrich Nietzsche, Pinhan Yayıncılık, 2. Basım, Mart 2019, çev: Nur Nirven
  • Antikçağ Felsefesi, Çiğdem Dürüşken, Alfa yay, 4. Basım, Temmuz 2020
  • A history of western philosophy / Bertrand Russell, New York : A Clarion Book, 1945.

--

--