İbrahim

Yaratılıştan Bugüne Yahudilik ve Yahudi Tarihi

REVAN
35 min readJul 23, 2021

--

Başlamadan evvel bu yazının bir de video versiyonunun olduğunu belirtmek istiyorum. Linkini şuraya bırakmış olalım: https://youtu.be/WBSwy5g-5vE

Bu uzunca yazı ile bir millet olarak Yahudilerin tarihini ve bir din olarak Museviliği anlamış ve kavramış olacağız fakat öncesinde bazı düzeltmeler yapmamız ve ön bilgiler vermemiz gerekiyor. Bu türden konulara giriş yapan herkesin zaman zaman karşılaştığı bir kavramsal karışıklık olabiliyor. Söz konusu Yahudilik ve Yahudiler olunca onları tanımlamak için hangi kelimeyi kullanalım sorusu ortaya çıkıyor. Mesela şu dört kelimeye bir göz atalım:

  • İbrani
  • İsrailli
  • Musevi
  • Yahudi

Bu kelimelerin hepsi herhangi bir araştırmada karşılabileceğimiz kelimelerin tümünü ihtiva eder ve Yahudi Tarihine kronolojik olarak bakıldığında her birinin kendine ait bir konumu olduğu rahatlıkla görülebilir. Bazı zamanlarda bu kelimeler aynı şeyi tarif ediyormuş gibi görünse bile aralarında ufak farklar vardır ve bu sayede farklı bir çağrışım yapmaktadırlar. Söz gelimi ilk kelime olan ‘’İbrani’’ kelimesine baktığımızda bu kelimeye kaynaklık eden kökün İbrahim’den geldiğini görebiliriz. Yahudi Kutsal Kitabı olan Tanakh’ta anlatıldığı üzere Tanrı İbrahim ile ya da eski adıyla söylemek gerekirse Avram ile bir anlaşma yapar ve Kenan ülkesini ona ve onun soyuna vereceğini söyler. (Yaratılış 12:2–3) Dolayısıyla diyebiliriz ki İbrani kelimesinin çağrıştırdığı anlam İbrahim’in neslidir yani İbrahim’in soyundan gelen herkestir.

İkinci kelime olan İsrailli kelimesine baktığımızda bu kelimeye kaynaklık eden kökün Yakup’un bir diğer adı olan İsrail kelimesinden aldığını görürüz. İsrail Tanrıyla güreşir anlamına gelmektedir ve bu isim ona bizzat Tanrı tarafından verilmiştir. (Yaratılış 32:28) Dolayısıyla Yakup’un yani İsrail’in soyundan gelen kişileri tanımlamak için de İsrailli kelimesi kullanılır. Yakup’un 12 oğlu vardı ve bunlar daha sonra İsraillilerin 12 oymağını oluşturacaklardır fakat Asurluların İsrail krallığını işgal etmesi ve halkı imparatorluğun çeşitli yerlerine sürüp dağıtması ile beraber İsrail Krallığını oluşturan İsrailli kabilelerin 10 tanesi zamanla soylarını unutup diğer halklarla karışıp yok olmuşlardır. Dolayısıyla bugünkü neredeyse bütün Yahudiler aslında Yakup’un diğer iki oğlu olan Yahuda ve Bünyamin’in soyundan gelmektedirler.

Üçüncü kelime olan Musevi kelimesi ise Yahudiler’in en yüce peygamber olarak gördükleri Musa’nın isminden kökenini almaktadır ve bir millet ismini belirtmekten ziyade bir din adı olarak kullanılır. Yani birinin Musevi olduğu söylendiğinde onun etnik kökenine işaret edilmez ancak inancına işaret eder. Dolayısıyla diyebiliriz ki bir kimsenin annesi Yahudi değilse kendisi Yahudi olamaz çünkü bu bir etnik aidiyettir lakin kendisi Yahudiler gibi inanmak isterse gerekli adımları uygulayarak bir Musevi olabilir.

Son kelime olan Yahudi kelimesi ise günümüzde belki de en sık olarak kullandığımız kelimedir ve bu kelimenin kökü Yakup’un 12 oğlundan biri olan Yahuda isminden gelmektedir. Babil imparatorluğu MÖ 5. yy’da Güney Krallığı olan Yahuda krallığını yıkıp tüm halkı Babile sürgün ettikten 70 yıl sonra halktan bazıları Yeruşalim’e yani Kudüs’e geri dönmüştür ve Ezra peygamberin öncülüğünde yeni bir kimlik oluşmuştur. Bu kimlik bugünkü Yahudi kimliğinin temelini oluşturur. Yahuda Krallığının bünyesindeki halkın çoğu Yahuda oymağından geldiği için bu isim kullanılmıştır.

Tüm kelimeleri teker teker açıkladığımıza göre şimdi inanılan Kutsal Kitap hakkındaki anlam kargaşasını ortadan kaldırmaya çalışalım. Bugün Türkçe’de Yahudilerin inandıkları kutsal kitapları açıklarken birçok insan alışkanlıkla Tevrat ve Zebura inanırlar demektedir. Ancak bu açıklama Yahudilerin inandıkları kitabı ifade etmede hem çok yetersiz kalmaktadır hem de bire bir şekilde aynı şeyi ifade etmemektedir. Öncelikle Zebur denen kitabın neyi ifade ettiğini ifade edelim. Yahudi kutsal kitabı olan Tanakh tam olarak 39 bölümden ya da kitaptan oluşmaktadır. Bu 39 kitap içerisinde çoğunluğunun Davut’un yazdığı Mezmurlar kitabı vardır ve bu kitap Kuran’da Zebur olarak anıldığı için İslami çevrede bu kitaba Zebur denmektedir. Tevrat diye anılan kitap ise bu 39 kitabın ilk 5 kitabını ihtiva eder fakat insanlar Tevrat’tan bahsettiklerinde bu ismi 39 kitabın tamamını ifade edecek şekilde kullanırlar ve bu durum zamanla bir galat-ı meşhur olmuştur. Dolayısıyla ne Tevrat Yahudi Kutsal Kitabının tamamını ifade eder ne de Zebur bu anlamı karşılar. Bunlar sadece tüm kutsal kitap yani tüm Tanakh içerisindeki bazı bölümleri kapsarlar. Yahudilerin Kutsal Kitaplarını tarif etmek için ifade ettikleri Tanakh kelimesine baktığımızda bu kelimenin aslında bir kısaltma ya da bir akronim olduğunu görüyoruz. Tüm kutsal kitap Torah yani Tevrat, Neviim ve Ketuvim denen üç kısımdan oluşmaktadır ve bunların baş harflerini yani Tav(ת), Nun(נ) ve Kaf(כ) harflerini yan yana getirdiğimizde Tanakh(תנ״ך) kelimesini oluştururlar.

Özet İfade

Bugüne kadar anlattığımız tüm dinleri özet bir cümle formuna sokarak anlattık ve bunu da başardık lakin burada bir cümleden fazlasını yapmamız gerekecek. Yahudilik dinini en iyi ne özetler şeklinde düşündüğümüzde bu sorunun cevabı olarak on emir diyebiliriz. On emir Musa’ya bizzat Tanrı tarafından verilmiş hükümlerdi ve tüm İsrailliler bunlara kesinlikle uymak zorundaydılar. Bu hükümler şu şekildedir:

  1. Benden başka tanrın olmayacak
  2. Putlara tapmayacaksın
  3. Benim adımı boş yere ağzına almayacaksın
  4. Haftanın altı günü çalışacaksın fakat yedinci gün yani şabat gününde dinleneceksin
  5. Anne ve babana saygı göstereceksin
  6. Adam öldürmeyeceksin
  7. Zina etmeyeceksin
  8. Çalmayacaksın
  9. Komşularına karşı yalan yere tanıklık yapmayacaksın
  10. Komşunun sahip olduklarına göz dikmeyeceksin

Bu on emir Musa’nın getirdiği yasanın temelini oluşturur ve Musa Yahudi inancında Tanrı’yı çıplak gözle görmesi sebebiyle en büyük peygamber olduğundan bu kurallar Yahudi inancının en temel özetidir. Bu konuyla ilgili başımdan geçen ufak bir olayı anlatmak istiyorum ve umuyorum ki bu on emrin niçin çok önemli olduğunu anlamamızı sağlayacak. Bir keresinde Yahudi biriyle sohbet ediyorduk. Kendisi bir dövmeciydi ve vücudunun neredeyse her tarafı dövmelerle kaplıydı. Ayrıca pek de dindar biri olarak görünmüyordu. Sohbet ilerledikçe biraz da benim yönlendirmemle beraber konu Tanrının karakterine geldi. Birkaç şeyi ifade etmek için Tanrının Tevratta kendisi için seçtiği Yahve ismini kullandım ve bunu çok normal bir şeymiş gibi rahatça yaptım fakat bunu yapmakla iyi yapmamıştım çünkü sohbet ettiğim kişinin gözleri fal taşı gibi açılmaya başlamıştı ve sinir ile şaşkınlık arasında bir duygu durumuna bürünmüştü. Daha sonrasında yanlış bir şey mi dedim diye sorunca kendisi Tanrı’nın ismini her yerde dile getirmiyoruz minvalinde bazı açıklamalar yaptı. O gün yaşadığım bu deneyim en az dindar görünen bir Yahudinin bile on emire ne kadar sadık kaldığını ve bunu üzerinde çok düşünmeyerek aileden ve toplumdan yeterli bir ciddiyetle alarak yaptığını anlamamı sağladı.

Dinin Simgesi

Dünya Dinlerini anlatırken ve açıklarken çoğu zaman bir simge kullanırız ve bu sayede neyi anlattığımız daha açık hale gelir. Söz gelimi en son yazımızda ifade ettiğimiz üzere Budizmi Dharmachakra ile sembolize ederiz, Zerdüştiliği ise Fravahar simgesi ile sembolize ediyoruz. Bu şekilde bir sembolizasyon yapıldığında Yahudiliği iki biçimde gösterebiliyoruz. Bunlar şu şekildedir:

1.Davut Yıldızı: Nasıl ve ne şekilde oluştuğu pek sarih olmayan bu simge zaman içinde özellikle son yüzyılda çok kullanılmış ve Yahudilik için en sık kullanılan sembol ya da simge haline gelmiştir. Bu sembolü bugün mavi ve beyaz renklerle bezenmiş halde İsrail bayrağında görüyoruz. İkinci dünya savaşı esnasında Naziler Yahudileri tek tek tespit edebilmek için her Yahudinin bu sembolü taşıyan bir amblemi taşımasını zorunlu kılmıştı. Böylece Yahudi biri nereye giderse gitsin kimliğini üzerinde taşıyarak geziyordu. Bugün ise herhangi bir sinagoga gittiğinizde bu simgeyi sıklıkla görebilirsiniz. Yahudi dininin eksenine bakıldığında altı ve yedi rakamı çok büyük bir öneme sahiptir zira Tanrı evreni altı günde yaratmıştır ve yedinci gün olan şabat gününde dinlenmiştir. Bu bakımdan bu sembole baktığımızda yıldızın her bir köşesini saydığımızda altı köşesi olduğunu görmekteyiz.

Menora(Yedi Kollu Şamdan

2. Yedi Kollu Şamdan: Tevrat’ın Mısırdan Çıkış kitabında 25. bölümde Tanrı kendisi için bazı armağanlar talep eder ve bu armağanlardan biri de saf altından bir kandilliktir. Tanrı şöyle diyor: ‘’Saf altından bir kandillik yap. Ayağı, gövdesi dövme altın olsun (Mısırdan Çıkış 25:31) Başka bir ayette ise şöyle demektedir: Kandillik için yedi kandil yap. Kandiller karşısını aydınlatacak şekilde yerleştirilsin.(Mıs. Çık. 25:37) Musa’nın zamanında dini bütün meseleler buluşma çadırında yapılırdı ve bu kandiller buluşma çadırını aydınlatmak için kullanılırdı. Bu bakımdan zaman içerisinde Yahudilik için en çok kullanılan sembol haline geldi.

En sık tekrarlanan dua: Shema İsrael

Yahudilik gibi aşırı Tektanrıcı bir dinin en önemli duasının ne olduğuna baktığımızda yine tanrının tekliğini ifade eden bir formatta olmasını bekleriz ve çok beklemeden de bu dua karşımıza çıkar. İbranicede Shema olarak bilinen dua her Yahudi tarafından günde iki kez sabah ve akşam tekrar edilmelidir. Yahudilikte tanrının tekliği çok önemli bir olaydır ve bütün kutsal kitap boyunca tekrar tekrar hatırlatılır. Bu dua yani Shema duası ise Tevratın Yasanın Tekrarı kitabında geçen bir duadır. Orijinal dildeki versiyonu ve Türkçe karşılığı ile Türkçe transkripsiyonu şu şekildedir:

שמע ישראל יהוה אלהינו יהוה אחד

Şema İsrael Adonay Elohenu Adonay Ehad

Dinle, ey İsrail! Tanrımız Rab tek Rab’dir

Doğru isimlendirme

Çağlar boyunca Yahudi olmak kötülenecek bir şey olarak görüldüğünden Yahudilerin ve Yahudilik dininin bazı zamanlarda çok garip isimlerle anıldığı görülmüştür fakat günümüze baktığımızda Türkçede bu dini ifade etmek için iki kelime kullanıldığını görüyoruz.

1. Yahudilik

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Yahudi ismi Yahuda isminden gelmektedir. Yahuda ise Yakup’un 12 oğlundan biriydi ve onun soyu tüm israilliler içerisindeki en kalabalık kabileyi oluşturmuştur. Bu yüzden Babil sürgününden sonra hayatta kalmayı başarmış halk çoğunlukla yahuda kabilesinden olduğu için bu halka Ezra peygamberden sonra yahudi denmeye başlandı. Türkçe’de de kullanılabilecek en doğru isimlendirme budur çünkü Yahudilerin kendisi de kendi dinlerini bu şekilde kullanmaktadırlar. Yahudilik kelimesinin orijinal dildeki karşılığı יַהֲדוּת şeklinde yazılır ve Yahadut olarak telafuz edilir. Dolayısıyla orijinal dilde de bu dinin ismi yine Yahuda isminin bir türevidir. Beriki taraftan karşılaştırma yapabilmek için Bir de İngilizce karşılığına baktığımızda bu kelimenin Karşılığının Judaism olduğunu görürüz. Bu da gösteriyor ki birçok dilde bu dini isimlendirmek için Yahuda ismi referans alınır ve bu şekilde isimlendirme yapılır. Dolayısıyla Türkçe de deyapılacak en doğru isimlendirme yine Yahudilik olacaktır.

2. Musevilik

Videonun en başında İbrani, israilli, yahudi ve musevi kelimelerinin benzer ve farklı yanlarından bahsetmiştik. Bu kelimelerden biri olan musevi adının da daha çok dini kimliği ifade etmek için kullanıldığını söylemiştik. Türkçe’de bu kelime her ne kadar sık kullanılsa da başka dillerde Musa isminden türetilmiş ve bu dini geleneği ifade etmek için kullanılan benzer bir isimlendirme yok gibidir. Bu isimlendirme yalnızca Türkçe’de kullanılmaktadır. Anlam olarak da Musa’ya uyan, Musa’nın izinden giden anlamına gelmektedir.

Bir din olarak Yahudiliğin anlaşılabilmesi için Yahudilerin tarih boyunca kademe kademe yaşadıkları olayları anlamak ve yorumlayabilmek gerekir. Bu yüzden kutsal yazıları referans alarak Yahudi Tarihini en başından yani Tanrının evreni ve içindekileri 6 günde yaratmasından ve yedinci gün dinlenmesinden başlatacağız. Tanrı evreni yarattıktan sonra şöyle dedi:

Kendi suretimizde kendimize benzer insan yaratalım

(Yaratılış 1:26)

Yaratılışı ve Tanrının beraberinde ilk insanları yani Adem ve eşi Havva’yı yaratmasını anlattıktan sonra Adem ve Havva’nın Aden bahçesinden kovulmasını anlatacağız. Sonrasında Adem ve Havva’dan doğan ilk kuşak insanları ve başlarından geçen olayları anlatarak kronolojik bir çizgide devam edeceğiz. Daha sonra ilk günahın işlenmesi ile beraber yeryüzüne günahın yayılışından ve insanların yoldan çıkarak sürekli kötülük yapmalarından sonra Tanrı’nın tüm insanlığı bir tufan ile yok etmesini anlatacağız. Devamında tufandan kurtulabilen Nuh ve Nuh’un üç oğlunun soyunu anlatacağız. Buradan sonra Nuh’un bir oğlu olan Sam’ın soyundan gelen Avram ve Tanrının Avram ile yaptığı ahdi anlatacağız. Daha sonra Yahudilerin büyük ataları sayılan İshak, Yakup ve Yusuf’un başından geçenleri anlatacağız. Bunun ardından İbranilerin Mısır’daki köleliklerinden ve Tanrı’nın Musa adındaki birini halkını Mısır’daki kölelikten kurtarmak için onu görevlendirmesinden ve Mısır’dan çıkışın ardından İsraillilerin çölde geçirdikleri 40 yılı anlatacağız. Sonrasında Musa’nın ölümü ile beraber liderliğin Yeşu’ya geçmesi ile beraber İsraillilerin bal ve süt ırmaklarının aktığına inandıkları Kenan Diyarına yani vadedilmiş topraklara girişinden ve bunu izleyen yıllarda Yeşu önderliğinde Kenan Diyarının fethini anlatacağız. Akabinden Yeşu’nun ölümü ile beraber İsrailliler arasında bir iktidar boşluğunun yaşandığı Hakimler dönemini ve en önemli hakimlerden biri olarak görülen Samson’un hikayesini anlatacağız. Samson’un ölümünün ardından son Hakim olarak görülen Samuel zamanında İsrail halkının Samuel’e Tanrı’nın kendilerine tüm halklar gibi bir kral ataması için yalvarmalarından bahsedeceğiz. Bunun ardından Tanrının İsraillilere ilk kral olarak Saul’u ataması ve onu izleyen süreçte Davut ve Süleyman’ın hükümdarlık yaptığı dönemleri anlatacağız. Bundan sonra Süleyman’nın ölmesi ile beraber İsrail Krallığının bölünerek iki krallığa yani Kuzey ve Güney krallıklarına ayrılmasını anlatacağız. Ve sırayla önce Kuzey Krallığı olan İsrail Krallığının Asur saldırıları sonucu yıkılması ve Güney Krallığı olan Yahuda Krallığının ise Babil saldırıları sonucu yıkılmasını anlatacağız. Ardından en son gelişme olarak Babillilerin Persler tarafından yıkılması sonucu sürgündeki halkın bir kısmının Ezra peygamber öncüllüğünde Kudüs’e geri dönüşünü ve tapınağı tekrardan inşa etmelerini anlatarak bu kısa tarih turumuzu bitireceğiz.

Şimdi bütün bu özeti 9 başlık etrafında toparlayarak bütün olayları en başından anlatmaya başlayalım:

  1. Yaratılış

2. İbrahim ve İbrani Atalar

3. Musa ve Mısır’dan Çıkış

4. Yeşu ve Kenan Diyarının Fethi

5. Samson ve Hakimler Dönemi

6. Davut ve Süleyman Dönemi

7. Krallığın Bölünmesi

8. İsrail ve Yahuda Krallıklarının Yıkılması

9. Ezra ve Sürgünden Dönüş

1. Yaratılış

Tanrı’nın Evreni ve içindekileri yaratmasını temelde 4 başlık etrafında toparlayıp anlatacağız

İlk Yaratılış

Tevrat’ın ilk ayetleri şu şekilde başlar:

Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde hareket ediyordu.

Tanrı, “Işık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu. Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı. Işığa “Gündüz”, karanlığa “Gece” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu.

Tanrı, “Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın” diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gökkubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. Kubbeye “Gök” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.

Tanrı, “Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün” diye buyurdu ve öyle oldu. Kuru alana “Kara”, toplanan sulara “Deniz” adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.

Tanrı, “Yeryüzü bitkiler, tohum veren otlar, türüne göre tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları üretsin” diye buyurdu ve öyle oldu. Yeryüzü bitkiler, türüne göre tohum veren otlar, tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları yetiştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu.

Tanrı şöyle buyurdu: “Gökkubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri, mevsimleri, günleri, yılları göstersin.” Ve öyle oldu. Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki büyük ışığı ve yıldızları yarattı. Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye egemen olmak, ışığı karanlıktan ayırmak için onları gökkubbeye yerleştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu.

Tanrı, “Sular canlı yaratıklarla dolup taşsın, yeryüzünün üzerinde, gökte kuşlar uçuşsun” diye buyurdu. Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan canlıları ve uçan çeşitli varlıkları yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, “Verimli olun, çoğalın, denizleri doldurun, yeryüzünde kuşlar çoğalsın” diyerek onları kutsadı. Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu.

Tanrı, “Yeryüzü çeşit çeşit canlı yaratık, evcil ve yabanıl hayvan, sürüngen türetsin” diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı çeşit çeşit yabanıl hayvan, evcil hayvan, sürüngen yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü.

Tanrı, “Kendi suretimizde, kendimize benzer insan yaratalım” dedi, “Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.”

Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı’nın suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsayarak, “Verimli olun, çoğalın” dedi, “Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun. İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak. Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere –soluk alıp veren bütün hayvanlara– yiyecek olarak yeşil otları veriyorum.” Ve öyle oldu. Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu.

Gök ve yer bütün öğeleriyle tamamlandı. Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi. Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.

(Tevrat, Yaratılış 1. Bölüm ve 2. Bölüm 1–3 ayetler)

Burada görüyoruz ki Tanrı Yaratma süreçlerini 6 gün boyunca yapmıştır ve yedinci gün dinlenmiştir. Bu ayetler esas alındığında Yahudilikte niçin 6 ve 7 rakamının çok önemli olduğunu görebiliyoruz. Yahudiler Musa’nın halkını Mısır’dan çıkarışı ile beraber bu yedinci gün olan Cumartesi gününü ya da başka bir deyişle Şabat gününü dinlenmeye ayırırlar ve bu uygulama hala bile Yahudiler arasında uygulanmaktadır.

Aden Bahçesi

Bahçeden Kovulma

Sonrasında Tanrı ilk insan olan Adem’i Aden Bahçesine koydu ve ona şöyle dedi:

“Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.”

(Tevrat, Yaratılış 2:16–17)

Sonrasında Tanrı Adem’e çok derin bir uyku verir ve Adem uyurken Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alarak yerini etle doldurur. Akabinden bu kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Adem’e getirir. Adem ise şöyle der: İşte bu benim kemiklerimden alınmış kemik ve etimden alınmış ettir. Bu yüzden ona ‘’Kadın’’ denilecek çünkü o adamdan alındı.

Tanrının yaratıkları arasında en kurnazı yılandı ve yılan Havva’nın yanına gelerek onu aldatır ve onu meyveyi yemeye ikna eder daha sonra Havva da Adem’i ikna eder böylece ikisi Tanrı’nın asla yemeyin dediği meyveden yediler. Böylece Tanrı sırayla hepsini cezalandırır. Tanrı yılana şöyle söyler:

“Bu yaptığından ötürü Bütün evcil ve yabanıl hayvanların En lanetlisi sen olacaksın”

“Karnının üzerinde sürünecek, Yaşamın boyunca toprak yiyeceksin. Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu Birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, Sen onun topuğuna saldıracaksın.”

(Yar. 3:14–15)

Yılan cezalandırıldıktan sonra Tanrı Kadına döner ve şöyle söyler:

Çocuk doğururken sana Çok acı çektireceğim” dedi, “Ağrı çekerek doğum yapacaksın. Kocana istek duyacaksın, Seni o yönetecek.”

(Yar. 3:16)

Tanrı en son Adem’i cezalandırır ve ona dönerek şöyle söyler:

“Karının sözünü dinlediğin ve sana, Meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için Toprak senin yüzünden lanetlendi”

“Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın. Toprak sana diken ve çalı verecek, Yaban otu yiyeceksin. Toprağa dönünceye dek Ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın. Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın Ve yine toprağa döneceksin.”

Bundan sonra Tanrı Adem ile Havva’yı işledikleri suçtan ötürü Aden Bahçesinden çıkarır. Artık onlar ıssız yeryüzünde tek başınadırlar ve bu tekbaşınalıktan kurtulmak istercesine üremek isterler. Yaratılış kitabının dördüncü bölümünün ilk cümlesi şu şekilde başlar: ‘’Adem karısı Havva ile yattı. Havva hamile kaldı ve Kayin’i doğurdu.’’ Kayinden sonra Habil doğar. Kayin bir çiftçiydi Habil ise bir çobandı. Kayin ile Habil bir gün kendi ürünlerinden Tanrıya sunular getirirler. Tanrı Habil’in sunusunu kabul eder fakat Kayin’in sunusunu reddeder. Bu yüzden Kayin kardeşine içten içe bir kin beslemeye başlar. Bir gün kıra gittiklerinde Kayin kardeşi Habil’e saldırır ve onu oracıkta öldürür. Bu olay ilk cinayettir aslında başka bir bakış açısı ile bakmak gerekirse yerleşik yaşama geçenin göçebe olana karşı isyanıdır. Kayin çiftçiydi dolayısıyla yerleşik yaşamı temsil ediyordu. Habil ise çobandı yani hayvancılık ile uğraşıyordu ve bu yüzden göçebe yaşamı temsil ediyordu. Bu olayı bu şekilde yorumlayan başka birileri var mı bilmiyorum ama yaratılış ve evrim fikirlerini kaynaştırmak isteyenlerin işine yarar diye bu yorumumu onların istifadesine sunuyorum.

Tufan

İlk cinayetten sonra insanlar yeryüzünde çoğalmaya başladılar ve sürekli kötülük yapıp duruyorlardı. Tanrı bunca kötülüğe baktıktan sonra yüreği sızlar ve insanı yarattığına pişman olur. Bu sebeple yeryüzündeki tüm canlıları yok etmek ister. Tüm insanlar içerisinde Nuh, Tanrı’nın lütfuna sahip oldu ve bu yüzden Tanrı ona bir gemi yaratmasını, ailesi ile beraber gemiye binmesini ve her canlıdan bir dişi ve bir de erkek numuneyi de kendileri ile beraber gemiye bindirmesini söyler. Tufan 40 gün sürer ve sular 150 gün boyunca yeryüzünde kalır. Yeryüzündeki tüm canlılar ölür ve insanlığın ikinci atası olarak Nuh ve ailesi sağ kalır. Bu yüzden Tanrı Nuh ile bir anlaşma yapar. Tanrı yeryüzündeki her şeyi Nuh’a ve ailesine verir ama onlara kanlı et yemeyi ve kan dökmeyi yasaklar ve onlara çoğalmalarını emreder. Bundan sonra insanlığın soyu Nuh’un üç oğlu olan Ham, Sam ve Yafet ile devam eder.

Tufan

Babil Kulesi

Başlangıçta yeryüzündeki tüm insanlar aynı dili konuşuyorlardı. Kendi aralarında büyük bir kent kurmak için anlaşma yaparlar ve görkemli bir kulenin inşaatına başlarlar. Böylece yeryüzüne dağılıp kaybolmaktan kurtulmak isterler. Ancak Tanrı bunu hoş görmez ve aşağıya inip insanların dillerini karıştırır böylece insanlar birbirlerini anlayamaz hale gelirler ve Tanrı onları yeryüzüne dağıtır.

2. İbrahim ve İbrani Atalar

İbrahim

Avram Nuh’un oğlu Sam’ın soyundan geliyordu ve ilk İbrani olarak kabul edilmektedir. Tanrı ona ‘’Leh leha(Git)’’ dedi. Ülkeni, akrabalarını, baba evini bırak sana göstereceğim ülkeye git dedi.

“Seni büyük bir ulus yapacağım,

Seni kutsayacak, sana ün kazandıracağım,

Bereket kaynağı olacaksın.

Seni kutsayanları kutsayacak,

Seni lanetleyeni lanetleyeceğim.

Yeryüzündeki bütün halklar

Senin aracılığınla kutsanacak.”

(YARATILIŞ 12: 2–3)

Avram Lut ile beraber Harran’dan ayrılarak Kenan ülkesine gitti. Tanrı Avram ile bir antlaşma yapar ve şöyle söyler:

“Mısır Irmağı’ndan büyük Fırat Irmağı’na kadar uzanan bu toprakları –Ken, Keniz, Kadmon, Hitit, Periz, Refa, Amor, Kenan, Girgaş ve Yevus topraklarını– senin soyuna vereceğim.”

(YARATILIŞ 15:18–21)

Tanrı Avram ile bu antlaşmayı yaptıktan sonra bunun bir nişanı olarak kendisinin ve kendisinden sonra gelen tüm erkeklerin sünnet olmasını ister. Böylece Tanrının vaadi hep hatırlanmış olacaktır. Avram ismi daha sonra Tanrı tarafından İbrahim ismine dönüştürülür. İbrahim’in karısı Sara ona bir bir çocuk verememişti bu yüzden Sara onun hizmetçisi Hacer ile yatmasını istedi. İbrahim hacer ile yattı ve İsmail adında bir oğulları oldu. Tanrı daha sonra Sara’ya da bir çocuk verir ve ona İshak ismini koyarlar.

Daha sonra Tanrı İbrahim’in imanını sınamak için ona oğlunu kendisine yakmalık sunu olarak sunmasını ister. İbrahim sabah erkenden uyandı. Yanına oğlu İshak’ı da alarak yola çıktı. Yakmalık sunu için hazırladığı odunları da İshak’a yükledi. Ateşi ve bıçağı da kendisi taşıyordu. Birlikte yürürlerken İshak babasına: ‘’Baba, ateşle odun burada ama yakmalık sunu kuzusu nerede?’’ diye sordu. İbrahim ise: ‘’ Oğlum yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak.’’ dedi. Tanrının belirttiği yere gelince İbrahim bir sunak yaptı ve oğlu İshak’ı bağlayıp sunaktaki odunların üzerine yatırdı. Tam oğlunu boğazlayacakken rabbin bir meleği ona engel olur. Melek, İbrahim’e şöyle söyler:

“Çocuğa dokunma” dedi, “Ona hiçbir şey yapma. Şimdi Tanrı’dan korktuğunu anladım, biricik oğlunu benden esirgemedin.”

(YARATILIŞ 22:12)

İbrahim çevresine bakınınca boynuzları çalılara takılmış bir koç gördü. Oğlunun yerine onu yakmalık sunu olarak sundu. Bunun üzerine Tanrı’nın meleği İbrahim’e şöyle söyler:

“ RAB diyor ki, kendi üzerime ant içiyorum. Bunu yaptığın için, biricik oğlunu esirgemediğin için seni fazlasıyla kutsayacağım; soyunu göklerin yıldızları, kıyıların kumu kadar çoğaltacağım. Soyun düşmanlarının kentlerini mülk edinecek. Soyunun aracılığıyla yeryüzündeki bütün uluslar kutsanacak. Çünkü sözümü dinledin.”

(YARATILIŞ 22:16–18)

İshak

Tanrı İbrahim’in oğlu olan İshak’ı alabildiğine kutsadı ona bolca zenginlik ve esenlik verdi. İshak’ın iki oğlu oldu bunlar Yakup ve Esav’dı.

Yakup

İshak oğlu Esav’ı daha çok severdi bu yüzden onu ölümünden önce onu kutsamak istiyordu. Yakup ise yaptığı bir dizi hile ile hem ilk oğulluk hakkını hem de İshak’ın kutsamasını Esav’dan almıştır. Zaten Yakup ismi ‘’hileci’’ demekti. Bunun üzerine Esav kardeşi Yakup’a kin besledi ve babasının ölümünden sonra onu öldüreceğini söyledi. Yakup ise oradan kaçarak gittiği ülkede evlendi ve 12 tane oğlu oldu. Bu oğulların soyu çok daha sonra İsrail’in 12 kabilesini oluşturmuştur. Yakup doğduğu topraklara uzun yıllar sonra dönmeye çalıştığında yolda bir adamla karşılaşır ve onunla gün ağarana kadar güreşir. Yakup’u yenemeyeceğini anlayınca, onun uyluk kemiğinin başına çarptı. Öyle ki, güreşirken Yakup’un uyluk kemiği çıktı. Adam, “Bırak beni, gün ağarıyor” dedi. Yakup, “Beni kutsamadıkça seni bırakmam” diye yanıtladı. Adam, “Artık sana Yakup değil, İsrail denecek” dedi, “Çünkü Tanrı’yla, insanlarla güreşip yendin.”

Yakup’un Tanrıyla Güreşi

Yahudi geleneğinde kişinin ismi ile kendi tabiatı arasında bir bağ kurulurdu. Bu yüzden bir kişi çok önemli değişiklikler yaşadığında ismini de değiştirirdi. Kutsal Kitapta bu konu ile ilgili epeyce örnek vardır. Mesela kutsal topraklara vardıklarında İbrahim’in karısı Saray’ın adı Tanrı tarafından Sara olarak değiştirilmiştir. İbrahim’in de eski adı Avram’dı ve Tanrı birçoklarının babası olsun diye onun adını İbrahim olarak değiştirmiştir. Yine bu örnekte de gördüğümüz gibi Yakup Tanrı ile güreştiği için ismi İsrail olarak değiştirilmiştir. Hatta Talmut’ta geçen bir örneğe göre Yahudi biri çok kötü bir hastalık geçirdiğinde onun adı değiştirilirdi böylece ölüm meleğini şaşırtabileceklerini düşünürlerdi.

Yusuf

Yusuf, Yakup’un en küçük oğluydu ve bu yüzden Yakup onu çok seviyordu. Yakup’un diğer oğulları babalarının Yusuf’u kendilerinden daha fazla sevmelerini çok kıskanıyorlardı ve bu sebeple ondan kurtulmak istiyorlardı. Onu bir kuyuya attılar ve daha sonra Midyanlı tüccarlar oradan geçerken onu kuyudan çıkarıp 20 gümüşe İsmaililere sattılar. Daha sonra bir teke keserek kanını Yusuf’un elbisesine sürdüler. Giysiyi babalarına götürdüler. Yakup giysiyi görünce hemen tanıdı ve Yusuf’u yabanıl bir hayvan yemiş olmalı diye düşündü. Yakup üzüntüden giysilerini yırttı, beline çul sardı. Oğlu için uzun süre yas tuttu. Bütün oğulları, kızları onu avutmaya çalıştılarsa da o avunmak istemedi. “Oğlumun yanına, ölüler diyarına yas tutarak gideceğim” diyerek oğlu için ağlamaya devam etti. Bu arada Midyanlılar da Yusuf’u Mısır’da firavunun bir görevlisine, muhafız birliği komutanı Potifar’a sattılar. İlerleyen yıllar içerisinde Yusuf Mısır siyasetinde Firavundan sonraki en yetkili isim haline gelir. Bu sıralarda ülkede büyük bir kıtlık yaşanır ve Yusuf’un kardeşleri buğday alabilmek için Mısır’a gelirler. Yusuf kardeşlerini affeder ve böylece tüm ailesini Mısır’ın en verimli arazilerine yerleştirir.

3. Musa ve Mısır’dan Çıkış

İbrahim’den sonra yaklaşık 400 yıl geçmişti. İbrahim ve Tanrısı İbraniler için çok uzak bir anıya dönüşmüştü. Sonra Yusuf hakkında bilgisi olmayan yeni bir kral Mısır’da tahta çıktı. Halkına, “Bakın, İsrailliler sayıca bizden daha çok” dedi. Gelin, onlara karşı aklımızı kullanalım, yoksa daha da çoğalırlar; bir savaş çıkarsa, düşmanlarımıza katılıp bize karşı savaşır, ülkeyi terk ederler.” Böylece İbraniler Mısır’da köleleştirilmişti. Tanrı, Musa’yı halkını kölelikten kurtarmak için gönderdi. Ancak firavun köle ordusunu kaybetmek istemiyordu. Tanrı Mısır’ın başına 10 bela gönderir fakat Firavun gene de ikna olmaz çünkü Tanrı tüm Mısır yaptıklarını görsün diye firavunu inatçı kılmıştı. Tanrı Mısır’ın başına son bir bela gönderir ve Mısır’daki bütün ilk doğanlar ölür böylece firavun İbranilerin gitmesine müsaade eder. İsrailliler bugün bile Mısır’dan kurtuluşu anmak için her sene Fısıh Bayramını kutlarlar. Fısıh kelimesi İbranice’deki פֶּסַח(Pesakh) kelimesinden gelmektedir ve kelime anlamı olarak geçmek anlamına gelir çünkü ölüm meleği Mısır’daki ilk doğanların canını alırken önünde kan işareti olan İbranilerin evlerini geçerek gitmiş ve İbranilere dokunmamıştı.

Musa önderliğinde bütün İbraniler Mısır’dan çıkıp vaadedilen topraklara geri dönerken firavun yaptığı hatayı anlar ve kölelerini geri kazanmak için ordusuyla Musa’nın peşine düşer. Tevrat’ın Mısır’dan Çıkış kitabında bu olayın devamı şöyle aktarılır:

Firavun yaklaşırken, İsrailliler Mısırlılar’ın arkalarından geldiğini görünce dehşete kapılarak RAB’be feryat ettiler. Musa’ya, “Mısır’da mezar mı yoktu da bizi çöle ölmeye getirdin?” dediler, “Bak, Mısır’dan çıkarmakla bize ne yaptın! Mısır’dayken sana, ‘Bırak bizi, Mısırlılar’a kulluk edelim’ demedik mi? Çölde ölmektense Mısırlılar’a kulluk etsek bizim için daha iyi olurdu.”

Musa, “Korkmayın!” dedi, “Yerinizde durup bekleyin, RAB bugün sizi nasıl kurtaracak görün. Bugün gördüğünüz Mısırlılar’ı bir daha hiç görmeyeceksiniz. RAB sizin için savaşacak, siz sakin olun yeter.”

RAB Musa’ya, “Niçin bana feryat ediyorsun?” dedi, “İsrailliler’e söyle, ilerlesinler. Sen değneğini kaldır, elini denizin üzerine uzat. Sular yarılacak ve İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçecekler.Ben Mısırlılar’ı inatçı yapacağım ki, artlarına düşsünler. Firavunu, bütün ordusunu, savaş arabalarını, atlılarını yenerek yücelik kazanacağım. Firavun, savaş arabaları ve atlılarından ötürü yücelik kazandığım zaman, Mısırlılar bilecek ki, ben RAB’bim.”

(MISIR’DAN ÇIKIŞ 14:10–18)

Devamında ise olay şu şekilde devam eder:

Musa elini denizin üzerine uzattı. RAB bütün gece güçlü doğu rüzgarıyla suları geri itti, denizi karaya çevirdi. Sular ikiye bölündü, İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçtiler. Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturdu. Mısırlılar artlarından geliyordu. Firavunun bütün atları, savaş arabaları, atlıları denizde onları izliyordu. Sabah nöbetinde RAB ateş ve bulut sütunundan Mısır ordusuna baktı ve onları şaşkına çevirdi. Arabalarının tekerleklerini çıkardı ; öyle ki, arabalarını zorlukla sürdüler. Mısırlılar, “İsrailliler’den kaçalım!” dediler, “Çünkü RAB onlar için bizimle savaşıyor.”

RAB Musa’ya, “Elini denizin üzerine uzat” dedi, “Sular Mısırlılar’ın, savaş arabalarının, atlılarının üzerine dönsün.” Musa elini denizin üzerine uzattı. Sabaha karşı deniz olağan haline döndü. Mısırlılar sulardan kaçarken RAB onları denizin ortasında silkip attı. Geri dönen sular savaş arabalarını, atlıları, İsrailliler’in peşinden denize dalan firavunun bütün ordusunu yuttu. Onlardan bir kişi bile sağ kalmadı.

Ama İsrailliler denizi kuru toprakta yürüyerek geçmişlerdi. Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturmuştu. RAB o gün İsrailliler’i Mısırlılar’ın elinden kurtardı. İsrailliler deniz kıyısında Mısırlılar’ın ölülerini gördüler. RAB’bin Mısırlılar’a gösterdiği büyük gücü gören İsrail halkı RAB’den korkup O’na ve kulu Musa’ya güvendi.

(MISIR’DAN ÇIKIŞ 14:21–31)

Musa ve Kızıldeniz’in Yarılması

On Emir

Bu olaydan sonra Musa, Tanrı’dan bazı yasalar almak için Sina dağına çıkar. Halk Musa’nın dağdan inmediğini, geciktiğini görünce, Harun’un çevresine toplandı. Ona, “Kalk, bize öncülük edecek bir ilah yap” dediler, “Bizi Mısır’dan çıkaran adama, Musa’ya ne oldu bilmiyoruz!” Harun, “Karılarınızın, oğullarınızın, kızlarınızın kulağındaki altın küpeleri çıkarıp bana getirin” dedi. Herkes kulağındaki küpeyi çıkarıp Harun’a getirdi. Harun altınları topladı, oymacı aletiyle buzağı biçiminde dökme bir put yaptı. Halk, “Ey İsrailliler, sizi Mısır’dan çıkaran Tanrınız budur!” dedi. Musa elindeki taştan tabletlerde Tanrı’dan aldığı 10 buyruk ile dağdan dönmüştü. Tanrı halkını Vaadedilen topraklara hazırlamak için yeni yasalar göndermişti oysa onlar ilk boşlukta Mısır’daki putperest inanca geri dönmüşlerdi. İsrailliler cezalandırılmalıydılar. Bu olayın devamı Tevratta şu şekilde devam eder:

Musa halkın başıboş hale geldiğini gördü. Çünkü Harun onları dizginlememiş, düşmanlarına alay konusu olmalarına neden olmuştu. Musa ordugahın girişinde durdu, “RAB’den yana olanlar yanıma gelsin!” dedi. Bütün Levililer çevresine toplandı.

Musa şöyle dedi: “İsrail’in Tanrısı RAB diyor ki, ‘Herkes kılıcını kuşansın. Ordugahta kapı kapı dolaşarak kardeşini, komşusunu, yakınını öldürsün.’ ” Levililer Musa’nın buyruğunu yerine getirdiler. O gün halktan üç bine yakın adam öldürüldü. Musa, “Bugün kendinizi RAB’be adamış oldunuz” dedi, “Herkes öz oğluna, öz kardeşine düşman kesildiği için bugün RAB sizi kutsadı.”

Ertesi gün halka, “Korkunç bir günah işlediniz” dedi, “Şimdi RAB’bin huzuruna çıkacağım. Belki günahınızı bağışlatabilirim.”

Sonra RAB’be dönerek, “Çok yazık, bu halk korkunç bir günah işledi” dedi, “Kendilerine altın put yaptılar. Lütfen günahlarını bağışla, yoksa yazdığın kitaptan adımı sil.”

RAB, “Kim bana karşı günah işlediyse onun adını sileceğim” diye karşılık verdi, “Şimdi git, halkı sana söylediğim yere götür. Meleğim sana öncülük edecek. Ama zamanı gelince günahlarından ötürü onları cezalandıracağım.”

RAB halkı cezalandırdı. Çünkü Harun’a buzağı yaptırmışlardı.

(MISIR’DAN ÇIKIŞ 32:25–35)

On emir

Tanrı, Musa’yı halkını Vaadedilen topraklara geri götürsün diye göndermişti oysa İsrailliler çabucak sabırsızlanıyorlardı ve sürekli Tanrıya karşı suç işliyorlardı. Sırf bu inançsızlıklarından ötürü çölde tam kırk yıl geçirdiler. Musa halkına bu 40 yılda önderlik etmişti fakat epeyce yaşlanmıştı artık. Üstelik Tanrı ona ‘’Şeria Irmağının ötesine geçmeyeceksin’’ dediği için kendisi Vaadedilen topraklara ayak basamadan çölde ölmüştü. Musa’nın yerine halkına önderlik etmesi için Yeşu geçmişti.

4. Yeşu ve Kenan Diyarının Fethi

İsrailliler Yeşu’nun önderliğinde Kenan Topraklarına doğru yola koyuldular fakat öncelikle Şeria Irmağını geçmeleri gerekiyordu. Antlaşma Sandığını taşıyan kahinler Şeria Irmağına ayak basar basmaz ırmağın suları durulmaya ve çekilmeye başlar. Irmak yatağı tamamen kurur. Kahinler ırmağın ortasında dururlar ve böylece tüm İsrailliler güvenle ırmak yatağı boyunca yürüyerek karşıya geçerler. Bu olaydan sonra halkın gözünde Yeşu yücelir ve Musa’ya duydukları saygıyı Yeşu’ya da göstermeye başlarlar. Bunun ardından Yeşu, kahinlere ırmak yatağından çekilmelerini söyler. Kahinler de karşıya geçtiklerinde ırmak eskisi gibi akmaya devam eder böylece Tanrının halkı ırmağı sağ salim geçmiş olurlar. Yeşu’nun halkını ırmaktan geçirdiğini duyan Kenanlı krallar bu olaydan ötürü korkmaya ve çekinmeye başlarlar. Bunu izleyen süreçte Tanrı tüm İsraillilerin tekrardan sünnet olmalarını buyurur çünkü Musa ile beraber Mısır’dan çıkan tüm erkekler bu 40 yıl süre içerisinde ölmüşlerdi ve çölde doğanlar ise henüz sünnet edilmemişlerdi.

Jericho Savaşı

Yeşu savaşabilecek tüm erkeklerden bir ordu kurmuştu. Alınması gereken ilk yer Jericho idi ya daTürkçe çevirisi ile Eriha şehriydi. Tanrı, Yeşu’ya bu fetih için bir plan gösterir. Bu plan Tanakh’taki Yeşu kitabında şu şekilde geçmektedir:

İşte Eriha’yı, kralını ve yiğit savaşçılarını senin eline teslim ediyorum” dedi, “Siz savaşçılar, kentin çevresini günde bir kez olmak üzere altı gün dolanacaksınız. Koç boynuzundan yapılmış birer boru taşıyan yedi kâhin sandığın önünden gitsin. Yedinci gün kentin çevresini yedi kez dolanın; bu arada kâhinler borularını çalsınlar. Kâhinlerin koç boynuzu borularını uzun uzun çaldıklarını işittiğinizde, bütün halk yüksek sesle bağırsın. O zaman kentin surları çökecek ve herkes bulunduğu yerden dosdoğru kente girecek.”

(YEŞU 6:3–5)

Jericho(Eriha) Savaşı

Kentin taştan surları çatlayıp kırılınca İsrailliler kente saldırır ve ele geçirdiler. kentteki Kadın erkek, genç yaşlı, küçük ve büyük baş hayvanlardan eşeklere dek, kentte ne kadar canlı varsa, hepsini kılıçtan geçirip yok ettiler. Bu fethin ardından Yeşu önderliğinde İsrailliler 7 yıl boyunca Kenan Ülkesini fethederler. Fethedilen topraklar İsrail’in 12 oymağı arasında bölüştürülür. Her oymak kendisine verilen topraklara girip oraya yerleşir. Ancak ilerleyen yıllar içerisinde İsrailliler’in dört bir tarafı düşmanları ile çevrilir çünkü Tanrı’nın buyurduğu gibi tüm Kenanlıları ve diğer bölge halklarını topraklardan sürmediler. Hatta tam tersine onların içlerine karıştılar ve Kenanlılarla evlendiler. Yeşu öldükten sonra ise tamamen başı boş halde çaresiz kaldılar.

5. Samson ve Hakimler Dönemi

İsraillilerin başında artık Musa ve Yeşu gibi büyük liderler yoktu. Bu yüzden büsbütün dağılmışlardı. Yabancı evlilikler yaptılar ve Kenanlı tanrılara tapmaya başladılar. Dört bir taraftan istilalara ve saldırılara uğradıkları bu dönemde halk ‘’Hakimler’’ denen yerel kahramanlar etrafında birleşiyordu. Hakimler kitabında defalarca söylendiği gibi:

O dönemde İsrail’de kral yoktu. Herkes kendince doğru olanı yapıyordu.

(HÂKİMLER 21:25)

Samson

Bu dönem içerisinde Samson adında bir çocuk doğdu. Annesi kısır olduğu halde Tanrı’nın yardımıyla kutsal biri olarak annesinden doğdu. Tanrı ona çok büyük bir güç verdi ve bazı şeyleri yasakladı. Samson doğduğu günden öldüğü güne dek asla şarap içmeyecekti, ölülere dokunmayacak ve saçını kesmeyecekti. Samson Türkçe çevirilerde Şimşon olarak çevrildiği için biz de o şekilde kullanacağız. Şimşon bir gün Timna’ya gitti. Orada Filistli bir kadın gördü. Geri dönünce annesiyle babasına, “Timna’da Filistli bir kadın gördüm” dedi, “Onu hemen bana eş olarak alın.” Annesiyle babası, “Akrabalarının ya da halkımızın kızları arasında kimse yok mu ki, sünnetsiz Filistliler’den kız almaya kalkıyorsun?” diye karşılık verdiler. Ama Şimşon babasına, “Bana o kadını al, ondan hoşlanıyorum” dedi. Böylece Şimşon annesi ve babasıyla Timna’ya doğru yola koyuldu. Şimşon Filistli o kadınla evlendi.

Şimşon damat geleneğine uyarak orada bir şölen düzenledi. Filistliler onu görünce ona eşlik etmek üzere otuz genç getirdiler. Şimşon onlara, “Size bir bilmece sorayım” dedi, “Şölenin yedi günü içinde kesin yanıtı bulup bana bildirirseniz, size otuz keten mintan, otuz takım da üst giysi vereceğim. Ama bilmeceyi çözemezseniz, o zaman da siz bana otuz keten mintanla otuz takım üst giysi vereceksiniz.”

Ona, “Seni dinliyoruz” dediler, “Söyle bakalım bilmeceni.”

Şimşon,

“Yiyenden yiyecek,

Güçlüden tatlı çıktı” dedi.

Üç gün geçtiyse de bilmeceyi çözemediler. Dördüncü gün gençler Şimşon’un karısına, “Kocanı kandır da bize bilmecenin yanıtını versin” dediler, “Yoksa, seni de babanın evini de yakarız. Bizi soymak için mi buraya çağırdınız?” Şimşon’un karısı ağlayarak ona, “Benden nefret ediyorsun” dedi, “Beni sevmiyorsun. Soydaşlarıma bir bilmece sordun, yanıtını bana söylemedin.” Şimşon karısına, “Bak” dedi, “Anneme babama bile söylemedim, sana mı söyleyeceğim?” Kadın şölen boyunca yedi gün ağlayıp durdu. Kadının sürekli sıkıştırması üzerine Şimşon yedinci gün bilmecenin yanıtını ona söyledi. Kadın da yanıtı soydaşlarına iletti. Şimşon’un karısı ondan alındı ve başka birine verildi. Filistlilerin her yerde Şimşon’u aradıkları dönemde Şimşon eline yeni ölmüş bir eşeğin çene kemiklerini alarak bununla bin kişiyi öldürdü.

Samson(Şimşon)

Şimşon bir gün Gazze’ye gitti orada Sorek Vadisi’nde yaşayan Delila adında bir kadına aşık oldu. Filist beyleri kadına gelip, “Şimşon’un üstün gücünün kaynağı nedir, onu kandırıp öğrenmeye bak” dediler, “Böylece belki onu bağlar, etkisiz hale getirip yenebiliriz. Her birimiz sana bin yüzer parça gümüş vereceğiz.” Bunun üzerine Delila Şimşon’a, “Lütfen, söyle bana, bu üstün gücü nereden alıyorsun?” diye sordu, “Seni bağlayıp yenmek olası mı?” Şimşon, “Beni kurumamış yedi taze sırımla bağlarlarsa sıradan bir adam gibi güçsüz olurum” dedi. Bunun üzerine Filist beyleri Delila’ya kurumamış yedi taze sırım getirdiler. Delila bunlarla Şimşon’u bağladı. Adamları bitişik odada pusuya yatmıştı. Delila, “Şimşon, Filistliler geldi!” dedi. Şimşon sırımları ateş değdiğinde dağılıveren kendir lifleri gibi koparıp attı. Gücünün sırrını vermemişti. Delila, “Beni kandırdın, bana yalan söyledin” dedi, “Lütfen söyle bana, seni neyle bağlamalı?” Şimşon, “Beni hiç kullanılmamış yeni urganla sımsıkı bağlarlarsa sıradan bir adam gibi güçsüz olurum” dedi. Böylece Delila yeni urgan alıp Şimşon’u bağladı. Sonra, “Şimşon, Filistliler geldi!” dedi. Adamlar hâlâ bitişik odada pusu kurmuş bekliyorlardı. Şimşon urganları iplik koparır gibi koparıp kollarından sıyırdı. Delila ona, “Şimdiye kadar beni hep kandırdın, bana yalan söyledin” dedi, “Söyle bana, seni neyle bağlamalı?” Şimşon, “Başımdaki yedi örgüyü dokuma tezgahındaki kumaşla birlikte dokuyup kazıkla burarsan sıradan bir adam gibi güçsüz olurum” dedi. Şimşon uyurken Delila onun başındaki yedi örgüyü dokuma tezgahındaki kumaşla birlikte dokuyup kazıkla burdu . Sonra, “Şimşon, Filistliler geldi!” dedi. Şimşon uykusundan uyandı, saçını tezgah kazığından ve kumaştan çekip kurtardı. Delila, “Bana güvenmiyorsan nasıl olur da, ‘Seni seviyorum’ diyorsun?” dedi, “Üç kezdir beni kandırıyorsun, üstün gücünün nereden geldiğini söylemiyorsun.” Bu sözlerle Şimşon’u sıkıştırıp günlerce başını ağrıttı. Sonunda Şimşon dayanamayıp yüreğini kadına tümüyle açtı. “Başıma hiç ustura değmedi” dedi, “Çünkü ben ana rahmindeyken Tanrı’ya adanmışım. Tıraş olursam gücümü yitiririm. Sıradan bir adam gibi güçsüz olurum.” Delila Şimşon’un gerçeği söylediğini anlayınca haber gönderip Filist beylerini çağırttı. “Bir kez daha gelin” dedi, “Şimşon bana gerçeği söyledi.” Kadının yanına gelen Filist beyleri gümüşü de birlikte getirdiler. Delila Şimşon’u dizleri üzerinde uyuttuktan sonra adamlardan birini çağırtıp başındaki yedi örgüyü kestirdi. Sonra alay ederek onu dürtüklemeye başladı. Çünkü Şimşon gücünü yitirmişti. Filistliler onu yakalayıp gözlerini oydular.

Hikayenin devamı Tanakh’ın Hakimler kitabında şu şekilde devam ediyor:

Şimşon RAB’be yakarmaya başladı: “Ey Egemen RAB, lütfen beni anımsa. Ey Tanrı, bir kez daha beni güçlendir; Filistliler’den bir vuruşta iki gözümün öcünü alayım.” Sonra tapınağın damını taşıyan iki ana sütunun ortasında durup sağ eliyle birini, sol eliyle ötekini kavradı. “Filistliler’le birlikte öleyim” diyerek bütün gücüyle sütunlara yüklendi. Tapınak Filist beylerinin ve bütün içindekilerin üzerine çöktü. Böylece Şimşon ölürken, yaşamı boyunca öldürdüğünden daha çok insan öldürdü.

(HÂKİMLER 16:28–30)

6. Davut ve Süleyman Dönemi

Hakimler devrinin sonuna doğru Samuel adında doğru bir adam yaşadı. Samuel hakimlerin sonuncusu olarak kabul edilir. İsrailliler toplanıp Samuel’in yanına geldiler. Ona, “Bak, sen yaşlandın” dediler, “Oğulların da senin yolunda yürümüyor. Şimdi, öteki uluslarda olduğu gibi, bizi yönetecek bir kral ata. Samuel halkın isteklerini Tanrı’ya bildirdi ve böylece Tanrı ilk kral olarak Saul’u seçti ve onu İsraillilerin başına atadı. Saul büyük ve güçlü bir kral olarak yaşadı ama bir seferinde Tanrı’nın söylediği buyruğa tamamen uymaması sonucu Tanrı onu kral yaptığına pişman oldu. Samuel, Saul’a şöyle söyledi:

Başkaldırma, falcılık kadar günahtır

Ve dikbaşlılık, putperestlik kadar kötüdür.

Sen RAB’bin buyruğunu reddettiğin için,

RAB de senin kral olmanı reddetti.”

(1.SAMUEL 15:23)

Davut

Tanrı Saul’un yerine geçmesi için Davut adında bir çobanı seçti. O dönemde İsrailliler Filistlerle bir savaş içindeydi. Bu savaş Kutsal Kitapta şöyle geçer:

Filist ordugahından Gatlı Golyat adında usta bir dövüşçü ortaya çıktı. Boyu altı arşın bir karıştı . Başına tunç miğfer takmış, pullu bir zırh kuşanmıştı. Tunç zırhın ağırlığı beş bin şekeldi . Baldırları zırhlarla korunmuştu. Omuzları arasında tunç bir pala asılıydı. Mızrağının sapı dokumacı tezgahının sırığı gibiydi. Mızrağın demir başının ağırlığı altı yüz şekeldi . Golyat’ın önüsıra kalkanını taşıyan bir adam yürüyordu.

Golyat durup İsrail ordusuna, “Neden savaş düzeni aldınız?” diye haykırdı, “Ben Filistli’yim, sizse Saul’un kölelerisiniz. Aranızdan karşıma çıkacak birini seçin. Dövüşte beni yenip öldürebilirse, biz sizin köleniz oluruz. Ama ben üstün gelip onu yok edebilirsem, siz bizim kölemiz olur, bize kulluk edersiniz.” Filistli Golyat konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bugün İsrail ordusuna meydan okuyorum! Benimle dövüşecek birini çıkarın karşıma!” Filistli’nin bu sözlerini duyunca, Saul da İsrailliler de çok korkup dehşet içinde kaldılar.

(1.SAMUEL 17:4–11)

Filistli Golyat 40 gün boyunca sabah akşam ortaya çıkıp meydan okudu. İsrail ordusu içerisinde hiçkimse onunla savaşmaya razı olmadı. Ta ki Davut elinde bir taş ve sapanla ortaya çıkana kadar. Davut’a savaş için zırh ve miğfer verdiler fakat Davut bu giysilere alışık olmadığından bunları kabul etmedi. Davut kızıl saçlı ve yakışıklı bir gençti ve bu görünümünden dolayı Golyat onunla alay etti. ‘’Ben köpek miyim ki üzerime değnekle geliyorsun?’’ dedi. Golyat saldırma amacıyla Davut’a doğru ilerledi. Davut ise sapanına bir taş yerleştirdi ve sapanı çevirerek taşı Golyat’a fırlattı. Taş dönerek Golyat’ın alnına çarptı ve oracıkta yere yığılmasını sağladı. Daha sonra Davut, Golyat’a doğru koştu ve Golyat’ın kılıcını alarak oracıkta kafasını kesti. Böylece bir devi yalnızca küçük bir taşla öldürmüş oldu.

Davut

Saul öldükten sonra yerine kral olarak Davut geçti. Büyük ve görkemli bir kral olarak yaşadı. 30 yaşında kral olmuştu ve 40 yıl boyunca İsrail’e krallık yaptı. Krallık yaptığı dönemde Davut etrafını saran krallıkları bozguna uğrattı ve İsrail’e altın çağını yaşattı. Davut iyi ve doğru bir adamdı fakat günahsız değildi. Bu dönemde Davut’la ilgili bir hikaye anlatılır. Bu hikaye çoğunlukla Hititli Uriya kıssası olarak bilinir. Hikayeye göre bir akşamüstü Davut yatağından kalktı, sarayın damına çıkıp gezinmeye başladı. Damdan yıkanan bir kadın gördü. Kadın çok güzeldi. Davut onun kim olduğunu öğrenmek için birini gönderdi. Hikayenin devamı Kutsal Kitapta şöyle geçer:

Adam, “Kadın Eliam’ın kızı Hititli Uriya’nın karısı Bat-Şeva’dır” dedi. Davut kadını getirmeleri için ulaklar gönderdi. Kadın Davut’un yanına geldi. Davut aybaşı kirliliğinden yeni arınmış olan kadınla yattı. Sonra kadın evine döndü. Gebe kalan kadın Davut’a, “Gebe kaldım” diye haber gönderdi.

Bunun üzerine Davut Hititli Uriya’yı kendisine göndermesi için Yoav’a haber yolladı. Yoav da Uriya’yı Davut’a gönderdi. Uriya yanına varınca, Davut Yoav’ın, ordunun ve savaşın durumunu sordu. Sonra Uriya’ya, “Evine git, rahatına bak” dedi.

Uriya saraydan çıkınca, kral ardından bir armağan gönderdi. Ne var ki, Uriya evine gitmedi, efendisinin bütün adamlarıyla birlikte sarayın kapısında uyudu. Davut Uriya’nın evine gitmediğini öğrenince, ona, “Yolculuktan geldin. Neden evine gitmedin?” diye sordu.

Uriya, “Sandık da, İsrailliler’le Yahudalılar da çardaklarda kalıyor” diye karşılık verdi, “Komutanım Yoav’la efendimin adamları kırlarda konaklıyor. Bu durumda nasıl olur da ben yiyip içmek, karımla yatmak için evime giderim? Yaşamın hakkı için, böyle bir şeyi kesinlikle yapmayacağım.”

Bunun üzerine Davut, “Bugün de burada kal, yarın seni göndereceğim” dedi. Uriya o gün de, ertesi gün de Yeruşalim’de kaldı. Davut Uriya’yı çağırdı. Onu sarhoş edene dek yedirip içirdi. Akşam olunca Uriya efendisinin adamlarıyla birlikte uyumak üzere yattığı yere gitti. Yine evine gitmedi.

Sabahleyin Davut Yoav’a bir mektup yazıp Uriya aracılığıyla gönderdi. Mektupta şöyle yazdı: “Uriya’yı savaşın en şiddetli olduğu cepheye yerleştir ve yanından çekil ki, vurulup ölsün.”

Böylece Yoav kenti kuşatırken Uriya’yı yiğit adamların bulunduğunu bildiği yere yerleştirdi. Kent halkı çıkıp Yoav’ın askerleriyle savaştı. Davut’un askerlerinden ölenler oldu. Hititli Uriya da ölenler arasındaydı.

(2.SAMUEL 11:3–17)

Uriya’nın karısı Batşeva kocasının öldüğünü öğrendiğinde onun için yas tuttu. Yas dönemi geçince Davut onu çağırttı. Bu süreçten sonra Batşeva Davut’un karısı oldu ve ona bir oğul doğurdu. Ancak Davut Tanrı’ya karşı günah işlediği için Tanrı bu çocuğun yaşamasına izin vermedi ve çocuk doğumundan yedi gün sonra öldü. Bu süreçten sonra Davut karısını avutmaya çalıştı bir süre sonra kadın tekrar hamile kaldı ve ikinci bir oğul doğurdu. Çocuğun adını Süleyman koydu.

Süleyman

Davut öldükten sonra onun yerine kral olmak için Süleyman geçti. Süleyman Mısır firavununun kızıyla evlendi böylece firavunla müttefik oldu. Tanrı rüyada Süleyman’a görünür ve ona ‘’Benden ne istersin?’’ diye sorar. Süleyman şöyle cevap verir:

“Kulun babam Davut’a büyük iyilikler yaptın” diye karşılık verdi, “O sana bağlı, doğru, bütün yüreğiyle dürüst biri olarak yolunda yürüdü. Bugün tahtına oturacak bir oğul vermekle ona büyük bir iyilik daha yapmış oldun. “Ya RAB Tanrım! Ben henüz çocuk denecek bir yaşta, yöneticilik nedir bilmezken bu kulunu babam Davut’un yerine kral atadın. İşte kulun kendi seçtiğin kalabalık halkın, sayılamayacak kadar büyük bir kalabalığın ortasındadır. Bu yüzden bana öyle sezgi dolu bir yürek ver ki, iyi ile kötüyü ayırt edip halkını yönetebileyim. Başka türlü senin bu büyük halkını kim yönetebilir!”

(1.KRALLAR 3:6–9)

Süleyman

Tanrı, Süleyman’ın bu cevabından çok hoşnut kalmıştır çünkü Süleyman mal, para, şan ve şöhret yerine bilgelik istemiştir. Bu yüzden Tanrı ona şöyle söyler:

Sana öyle bir bilgelik ve sezgi dolu bir yürek vereceğim ki, benzeri ne senden öncekilerde görülmüştür, ne de senden sonrakilerde görülecektir. Sana istemediklerini de vereceğim: Yaşadığın sürece öbür kralların erişemeyeceği bir zenginlik ve onura ulaşacaksın. Eğer sen de baban Davut gibi kurallarıma ve buyruklarıma uyup yollarımda yürürsen, sana uzun ömür de vereceğim.”

(1.KRALLAR 3:11–14)

Süleyman’ın bu eşsiz bilgeliği ile ilgili bir hikaye anlatılır. Bu hikayeye göre:

Bir gün iki fahişe gelip kralın önünde durdu. Kadınlardan biri krala şöyle dedi: “Efendim, bu kadınla ben aynı evde kalıyoruz. Birlikte kaldığımız sırada ben bir çocuk doğurdum. İki gün sonra da o doğurdu. Evde yalnızdık, ikimizden başka kimse yoktu. Bu kadın geceleyin çocuğunun üzerine yattığı için çocuk ölmüş. Gece yarısı, ben kulun uyurken, kalkıp çocuğumu almış, koynuna yatırmış, kendi ölü çocuğunu da benim koynuma koymuş. Sabahleyin oğlumu emzirmek için kalktığımda, onu ölmüş buldum. Ama sabah aydınlığında dikkatle bakınca, onun benim doğurduğum çocuk olmadığını anladım.” Öbür kadın, “Hayır! Yaşayan çocuk benim, ölü olan senin!” diye çıkıştı. Birinci kadın, “Hayır! Ölen çocuk senin, yaşayan çocuk benim!” diye diretti. Kralın önünde böyle tartışıp durdular. Kral, “Biri, ‘Yaşayan çocuk benim, ölü olan senin’ diyor, öbürü, ‘Hayır! Ölen çocuk senin, yaşayan benim’ diyor. O halde bana bir kılıç getirin!” dedi. Kılıç getirilince, kral, “Yaşayan çocuğu ikiye bölüp yarısını birine, yarısını öbürüne verin!” diye buyurdu. Yüreği oğlunun acısıyla sızlayan, çocuğun gerçek annesi krala, “Aman efendim, sakın çocuğu öldürmeyin! Ona verin!” dedi. Öbür kadınsa, “Çocuk ne benim, ne de senin olsun, onu ikiye bölsünler!” dedi. O zaman kral kararını verdi: “Sakın çocuğu öldürmeyin! Birinci kadına verin, çünkü gerçek annesi odur.” Kralın verdiği bu kararı duyan bütün İsrailliler hayranlık içinde kaldı. Herkes adil bir yönetim için Süleyman’ın Tanrı’dan gelen bilgeliğe sahip olduğunu anladı.

(1.KRALLAR 3:16–28)

Süleyman’dan önce bütün dini meseleler Buluşma Çadırında görülüyordu ancak Süleyman, Tanrı’nın da izni ile büyük ve görkemli bir tapınak inşa ettirdi. Bundan sonra bütün dini meseleler Süleyman’nın Tapınağında görülmeye başlandı. Antlaşma Sandığı da oraya taşındıktan sonra bu tapınak tam olarak bir dini merkez haline geldi. Bu tapınak çok uzun seneler İsrailliler için hem birleştirici bir unsur hem de kararların ve dini ritüellerin uygulandığı bir yer oldu. Ta ki Babillilerin tapınağı yıkmalarına kadar. Babil sürgününden sonra İsrailliler bu tapınağı yeniden inşa edeceklerdi. Ancak birkaç yüzyıl sonra Romalılar bölgeye girdiklerinde bu tapınağı yeniden yıkacaklardı. Bugün ise böyle bir tapınak tekrar inşa edilmiş değildir. Yahudi inancına göre beklenen Mesih geldiğinde bu tapınağı üçüncü kez yeniden inşa edecektir.

7. Krallığın Bölünmesi

Kral Süleyman ölümünden önce oğlu Rehavam’ı kutsamıştı ve ölümünden sonra onun kral olmasını istemişti. Rehavam tüm İsrail’in kralı olduğunda ülkede bir iç savaş patlak verdi çünkü İsrail’in kuzeydeki on kabilesi Yarovam’ın kral olmasını istiyordu. Bu iç savaşın sonunda Yarovam on kabilenin yaşadığı İsrail’in Kuzey topraklarının kralı oldu. Rehavam ise daha küçük bir bölge olan Güney Topraklarının kralı olarak kalmaya devam etti. Bu süreçten sonra Kuzeydeki krallığa İsrail Krallığı, Güneydeki krallığa ise Yahuda Krallığı denmeye başlandı.

Krallığın Bölünmesi

8. İsrail ve Yahuda Krallıklarının Yıkılması

İsrail Krallığının Yıkılışı

İsrail Krallığı ile Yahuda Krallığının ayrı krallıklar olarak ayakta kalması yaklaşık olarak iki asır sürmüştür. Bu süreçten sonra Mezopotamyada Asur Krallığı hızlı bir yükselişe geçer ve önlerine çıkan tüm toprakları imparatorluk sınırları içerisine alırlar. Asurlular İsrail Krallığını da yıktılar ve burada yaşayan İsraillileri imparatorluğun çeşitli yerlerine gönderdiler. Böylece İsrail’in 10 kabilesi bu süreci takip eden yüzyıllar içerisinde neredeyse kaybolmuş ve kendi kimliklerini kaybetmişlerdir. Asur işgali döneminde Yunus peygamberin öyküsü anlatılmaktadır. Bu öykü Kutsal Kitap içerisindeki Yunus Kitabında şöyle geçer:

RAB bir gün Amittay oğlu Yunus’a, “Kalk, Ninova’ya, o büyük kente git ve halkı uyar” diye seslendi, “Çünkü kötülükleri önüme kadar yükseldi.” Ne var ki, Yunus RAB’bin huzurundan Tarşiş’e kaçmaya kalkıştı. Yafa’ya inip Tarşiş’e giden bir gemi buldu. Ücretini ödeyip gemiye bindi, RAB’den uzaklaşmak için Tarşiş’e doğru yola çıktı. Yolda RAB şiddetli bir rüzgar gönderdi denize. Öyle bir fırtına koptu ki, gemi neredeyse parçalanacaktı. 5 Gemiciler korkuya kapıldı, her biri kendi ilahına yalvarmaya başladı. Gemiyi hafifletmek için yükleri denize attılar. Yunus ise teknenin ambarına inmiş, yatıp derin bir uykuya dalmıştı. Gemi kaptanı Yunus’un yanına gidip, “Hey! Nasıl uyursun sen?” dedi, “Kalk, tanrına yalvar, belki halimizi görür de yok olmayız.” Sonra denizciler birbirlerine, “Gelin, kura çekelim” dediler, “Bakalım, bu bela kimin yüzünden başımıza geldi.” Kura çektiler, kura Yunus’a düştü. Bunun üzerine Yunus’a, “Söyle bize!” dediler, “Bu bela kimin yüzünden başımıza geldi? Ne iş yapıyorsun sen, nereden geliyorsun, nerelisin, hangi halka mensupsun?” Yunus, “İbrani’yim” diye karşılık verdi, “Denizi ve karayı yaratan Göklerin Tanrısı RAB’be taparım .” Denizciler bu yanıt karşısında dehşete düştüler. “Neden yaptın bunu?” diye sordular. Yunus’un RAB’den uzaklaşmak için kaçtığını biliyorlardı. Daha önce onlara anlatmıştı. Deniz gittikçe kuduruyordu. Yunus’a, “Denizin dinmesi için sana ne yapalım?” diye sordular. Yunus, “Beni kaldırıp denize atın” diye yanıtladı, “O zaman sular durulur. Çünkü biliyorum, bu şiddetli fırtınaya benim yüzümden yakalandınız.” Denizciler karaya dönmek için küreklere asıldılar, ama başaramadılar. Çünkü deniz gittikçe kuduruyordu. RAB’be seslenerek, “Ya RAB, yalvarıyoruz” dediler, “Bu adamın canı yüzünden yok olmayalım. Suçsuz bir adamın ölümünden bizi sorumlu tutma. Çünkü sen kendi istediğini yaptın, ya RAB.” Sonra Yunus’u kaldırıp denize attılar, kuduran deniz sakinleşti. 16 Bu olaydan ötürü denizciler RAB’den öyle korktular ki, O’na kurbanlar sundular, adaklar adadılar. Bu arada RAB Yunus’u yutacak büyük bir balık sağladı. Yunus üç gün üç gece bu balığın karnında kaldı.

(YUNUS 1. Bölüm)

Bu hikayenin devamında Yunus Tanrı’ya yalvarır ve dua eder böylece Tanrı onu kurtarır ve ikinci kez Ninova’ya gitmesini buyurur.

Yunus RAB’bin sözü uyarınca kalkıp Ninova’ya gitti. Ninova öyle büyük bir kentti ki, ancak üç günde dolaşılabilirdi. Yunus kente girip dolaşmaya başladı. Bir gün geçince, “Kırk gün sonra Ninova yıkılacak!” diye ilan etti. Ninova halkı Tanrı’ya inandı. Oruç ilan ederek büyüğünden küçüğüne hepsi çula sarındı. Ninova Kralı olanları duyunca, tahtından kalkıp kaftanını çıkardı; çula sarınarak küle oturdu. Ardından Ninova’da şu buyruğu yayımladı:

“Kral ve soyluların buyruğudur:

Hiçbir insan ya da hayvan –ister sığır, ister davar olsun– ağzına bir şey koymayacak, otlamayacak, içmeyecek. Bütün insanlar ve hayvanlar çula sarınsın. Herkes var gücüyle Tanrı’ya yakararak kötü yoldan, zorbalıktan vazgeçsin. Belki o zaman Tanrı fikrini değiştirip bize acır, kızgın öfkesinden döner de yok olmayız.”

Tanrı Ninovalılar’ın yaptıklarını, kötü yoldan döndüklerini görünce, onlara acıdı, yapacağını söylediği kötülükten vazgeçti.

(YUNUS 3. Bölüm)

2. Babil Kralı 2. Nebukatnezar

Yahuda Krallığının Yıkılışı

Güneydeki Yahuda Krallığı ise sadece İsrail’in iki kabilesinden oluşmaktaydı ve Asur işgalinden sonra birkaç yıl daha ayakta kalmayı başardılar. Babilliler Medlerle birlik olup Asur İmparatorluğunu yıktıktan sonra ikinci Babil İmparatorluğu yükselişe geçer ve onlar da Yahuda Krallığını yıkıp Süleyman’ın Tapınağını yerle bir ederler. Hayatta kalan halkı da Babil’e sürgüne gönderirler. Bu sürgün Persler İkinci Babil İmparatorluğunu yıkana dek yaklaşık 70 yıl sürmüştür. Babil Sürgünü zamanında yaşayan Daniel peygamberin hikayesi Kutsal Kitaptaki en önemli hikayelerden biri olarak görülür. Daniel üstün yetenekleri sayesinde Kral Darius’un gözüne girmeyi başarmıştır. Onun hikayesi Daniel Kitabında şu şekilde geçmektedir:

Darius bütün ülkeyi yönetecek yüz yirmi satrap atamayı uygun gördü. Bunların başına da biri Daniel olmak üzere üç bakan atadı. Krala zarar gelmemesi için bakanlar satraplardan hesap soracaklardı. Kendisinde bulunan olağanüstü ruh sayesinde Daniel öbür bakanlarla satraplardan üstün olduğundan, kral onu bütün ülkenin başına atamayı tasarlıyordu. Bunun üzerine öbür bakanlarla satraplar Daniel’i ülke yönetimi konusunda suçlamak için fırsat kollamaya başladılar. Ancak ne suçlanacak bir yanını, ne de bir yanlışını buldular. Çünkü Daniel güvenilir biriydi. Kendisinde hiçbir eksiklik ya da yanlışlık bulamadılar. Sonunda, “Daniel’i Tanrısı’nın Yasası’yla ilgili bir konuda suçlayamazsak, bir suçlama nedeni bulamayacağız” dediler. Bunun üzerine bakanlarla satraplar hep birlikte krala gidip, “Ey Kral Darius, çok yaşa!” dediler, “Ülkenin bütün bakanları, kaymakamları, satrapları, danışmanları, valileri olarak kralın zorlu bir yasa çıkarması üzerinde anlaştık. Ey kral, kim otuz gün içinde senden başka bir insana ya da ilaha dua ederse, aslan çukuruna atılsın. Şimdi, ey kral, yasağı koy; Medler’le Persler’in değişmez yasası uyarınca yazıyı imzala ki değiştirilemesin.” Böylece Kral Darius yasağı içeren yasayı imzaladı. Daniel yasanın imzalandığını öğrenince evine gitti. Yukarı odasının Yeruşalim yönüne bakan pencereleri açıktı. Daha önce yaptığı gibi her gün üç kez diz çöküp dua etti, Tanrısı’na övgüler sundu. Ona tuzak kuran adamlar hep birlikte oraya gittiklerinde, onu Tanrısı’na dua edip yalvarırken gördüler. Bunun üzerine krala gidip çıkardığı yasayla ilgili şunları söylediler: “Ey kral, kim otuz gün içinde senden başka bir insana ya da ilaha dua ederse, aslan çukuruna atılsın diye yasa imzalamadın mı?” Kral, “Medler’le Persler’in değişmez yasası uyarınca çıkardığım yasa geçerlidir” diye karşılık verdi. Bunun üzerine, “Ey kral, Yahuda sürgünlerinden olan Daniel seni de imzaladığın yasayı da saymıyor; günde üç kez dua ediyor” dediler. Bunu duyan kral çok üzüldü, Daniel’i kurtarmayı kafasına koydu. Onu kurtarmak için güneş batıncaya dek uğraştı. O zaman adamlar toplu halde krala gidip, “Ey kral, Medler’le Persler’in yasası uyarınca, kralın koyduğu yasanın ya da yasağın değiştirilemeyeceğini bilmelisin” dediler. Bunun üzerine kral Daniel’i getirip aslan çukuruna atmalarını buyurdu. Daniel’e de, “Kendisine sürekli kulluk ettiğin Tanrın seni kurtarsın!” dedi. Bir taş getirip çukurun ağzına koydular. Daniel’le ilgili hiçbir şey değiştirilmesin diye kral hem kendi mühür yüzüğüyle, hem soyluların mühür yüzükleriyle taşı mühürledi. Sonra sarayına döndü; geceyi yemek yemeden, eğlenmeden geçirdi; uykusu kaçtı. Şafak sökerken kalkıp acele aslan çukuruna gitti. Çukura yaklaşınca üzgün bir sesle, “Ey yaşayan Tanrı’nın kulu Daniel, kendisine sürekli kulluk ettiğin Tanrın seni aslanlardan kurtarabildi mi?” diye haykırdı. Daniel, “Ey kral, sen çok yaşa!” diye yanıtladı, “Tanrım meleğini gönderip aslanların ağzını kapadı. Beni incitmediler. Çünkü Tanrı’nın önünde suçsuz bulundum. Sana karşı da, ey kral, hiçbir yanlışlık yapmadım.” Kral buna çok sevindi, Daniel’i çukurdan çıkarmalarını buyurdu. Daniel çukurdan çıkarıldı. Bedeninde hiçbir yara izi bulunmadı. Çünkü Tanrısı’na güvenmişti. Kralın buyruğu uyarınca, Daniel’i haksız yere suçlayan adamları, karılarıyla, çocuklarıyla birlikte getirip aslan çukuruna attılar. Daha çukurun dibine varmadan aslanlar onları kapıp kemiklerini kırdılar.

9. Ezra ve Sürgündeki Halk

Pers kralı Cyrus Yahudilerin kendi vatanlarına dönmelerine ve tapınağı yeniden inşa etmelerine yardım eder. Bu dönemde halkın bie kısmı Ezra önderliğinde Kudüs’e geri döner ve tapınağı yeniden inşa ederek Tanrı’ya tapınmaya devam ederler. Ezra peygamber halka bazı konuşmalar yapar ve onların sürekli tanrıya sırt çevirmeleri sonucu bu kötülüklerin başlarına geldiğini anlatır. Ayrıca sürgün döneminde halkın çok fazla yabancı evlilikler yaptığına vurgu yapar ve bu yabancı evlilikleri derhal bozmalarını söyler. Halk Ezra’yı dinler ve bu reformlar artık bir Yahudi kimliğinin oluşmasını sağlar. Bundan önce bu halka İbrani ya da İsrailli deniyordu oysa bu süreçten sonra Yahudi olarak anılmışlardır çünkü bu halkın çoğunluğu Yahuda kabilesindendi.

Ezra

Ezra’dan Bugüne Kadar Gelişen Olayların Kısa Bir Özeti

Perslerin egemenliğinden sonra Yahudiler sırayla önce Yunanlıların egemenliğine girmiş. Roma’nın yükselişi ile beraber bu sefer de Romalıların egemenliğine girmişlerdir. Bu dönemde bazı Yahudi gruplarının ayaklanması üzerine Süleyman’ın Tapınağı ikinci kez yıkılmıştır ve Yahudiler ikinci kez sürgün edilmişlerdir. Yahudiler bu ikinci sürgün döneminde neredeyse dünyanın her tarafına yayılmışlardır ve anavatanlarından çok uzak düşmüşlerdir. Yaklaşık olarak geçen iki bin yıl boyunca doğan yeni nesillerin birçoğu İbrahim’e vaadedilen topraklara ayak basamamış ve yaşarken o toprakları görmemiştir. Bu durum Modern İsrail devletinin kurulmasına kadar bu şekilde sürmüştür. Modern İsrail devletinin kuruluşu ile beraber dünyanın çeşitli yerlerindeki Yahudiler İsrail’de toplanmıştır. Ancak bugün bile İsrail dışında yaşayan milyonlarca Yahudi olduğu için bazı Yahudi gruplar hala sürgünde olduklarını düşünürler. Bu sürgün Mesih’in gelmesi ile nihai bir son bulacaktır.

Son Söz

Bu yazı ile Yaratılıştan başlayarak bütün Yahudi Tarihini detaylı bir şekilde ele almaya çalıştım. Aynı zamanda Yahudilik dininin inanç esaslarını anlatarak Yahudilerin neye niçin inandıklarının bilgisini vermeye çalıştım.

Başka bir yazıda buluşmak umuduyla

Kendinize iyi davranın

Yolda Kalın!

Selamlar ve sevgiler.

KAYNAKÇA:

✦Kutsal Kitap, Kitabı mukaddes şirketi, yeni yaşam yayınları, Haziran 2016

✦The Holy Bible, NIV, The Zondervan Corporation, 1984

✦Septuaginta, Deutsche Bibelgesellschaft, 02.2004

✦Sidur Kol Yaakov, çev: Liliane Zerbib, Gözlem gazetecilik basın ve yayın a.ş, 2. baskı, Kasım 2013

✦Yeni Yaşam Açıklamalı Kutsal Kitap, Life publishers international, 2009

✦A Reader’s Hebrew and Greek Bible, Zondervan corporation, 2nd edition

✦YAHUDİ VE MÜSLÜMAN TEOLOJİSİNDE TANRI TASAVVURLARININ KARŞILAŞTIRILMASI, İrem CEYHAN, Malatya — 2019, Sayfa:33

✦YAHUDİ TARİHİ, PAUL JOHNSON, Çeviri: Filiz Orman, Pozitif Yayınları

✦Kısa Yahudi Tarihi, Michael Brenner, Çev: Sevinç Altınçekiç, Alfa Yayınları

✦YAHUDİLİGİN KUTSAL KİTAPLARI VE ESASLARI, İLMİ İNCELEME VE TENKİDİ, Doç. Dr. HİKMET TANYU

--

--